KUSURSUZ SORUMLULUK HALLERİ[1]
Öğr. Stj. Tuana YILMAZ – Av. Barış KOPTUR
Makale Kontrolü: Kıd. Av. Onur GÜNERİ LL.M.
Kusur Kavramı
Gerek cezai sorumlulukta gerekse haksız fiilden doğan borç ilişkilerinde görüldüğü üzere kusur, genellikle sorumluluğa esas teşkil eden, sorumluluk gündeme geldiği anda varlığı öncelikle sorgulanan bir davranış niteliğidir.
Kusur kavramı TBK’nın 49’uncu maddesinde düzenlenmiştir. Maddeye göre; Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Kusur kavramının kanun yolu ile yapılmış bir tanımı olmasa da öğretide ve Yargıtay uygulamalarında kusurlu bir eyleme atfedilebilecek özellikler üzerinden bir kısım tanımlamalar yapılmaktadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu bir kararında;
“Kusurun kanunlarımızda tanımı yapılmamıştır. Uygulama ve öğretide kabul görmüş tanıma göre kusur, hukuk düzenince kınanabilen davranıştır. Kınamanın nedeni, başka türlü davranma olanağı varken ve zorunlu iken, bu şekilde davranılmayarak, bu tarzdan sapılmış olmasıdır. Kısacası kusur, genel tanımıyla, hukuk düzeni tarafından bir davranış tarzının kınanması olup, bu kınama o davranışın belirli koşullar altında bireylerden beklenen ortalama hareket tarzından sapmış olmasından kaynaklanır.”[2] biçiminde bir tanımlama yapmaktadır.
Kusur, her ne kadar sorumluluk çerçevesinde önemli bir unsur olsa da bazı sosyal düşünceler ve hakkaniyet gerekleri, doğan zarar nedeniyle kusuru bulunmayan bazı kişilerin sorumlu tutulmalarını gerektirmiştir. Bu nedenle yasa koyucu zararın doğumunda kusuru bulunmayan bazı kişilerin de bundan sorumlu tutulmalarını kabul etmiştir[3].
Kusursuz Sorumluluk
Kusursuz sorumluluğun kanunlarımızda bir tanımı bulunmamaktadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017 tarihli bir kararında kusursuz sorumluluğu; “Kusursuz sorumluluk, genellikle olumsuz bir biçimde sorumlu kişinin kusurunu gerektirmeyen bir sorumluluk” olarak tanımlanmıştır[4].
Kusursuz sorumluluğun doktrindeki kabul edilmiş görüşe göre; 3 temel şartı bulunmaktadır. Bunlar hukuka aykırı fiil, illiyet bağı, zarar gibi haksız fiil sorumluluğunun şartlarıdır. Ancak bu şartlar sıralanırken “kusur”, sorumluluğun bir şartı olmaktan çıkmıştır. Kusur kavramının sorumluluğun bir şartı olmaktan çıkarılarak kusursuz sorumluluk türünün gündeme gelmesindeki önemli sebeplerden biri, toplumda gerçekleşen bir kısım gelişmeler doğrultusunda zamanla kusur ispatının oldukça zor hal almasıdır. Aynı zamanda bu gelişmeler, kusur sorumluluğunun yanı sıra kusur olmaksızın da oldukça önemli ve büyük zararlar doğabilmesi olasılığının gözükmesi sebebiyle kusursuz sorumluluk şeklinde ortaya çıkacak bir sorumluluk olması gereğini doğurmuştur[5].
Bu hususta Yargıtay 21. Hukuk Dairesi bir kararında “Sanayiinin gelişmesi ve yurt düzeyine yayılması sonucunda işyerlerinde kullanılan teknik ve motorlu araçların her geçen gün daha fazla artması ve bu nedenle de alınabilecek her türlü önlemlerle dahi önüne geçilmesi olanağı bulunmayan tehlikelerin ortaya çıkması, dolayısıyla iş kazaları ve meslek hastalıklarının büyük artışlar göstermesi karşısında kusura dayanan sorumluluk ilkesinin yetersiz kaldığı modern toplum hayatının ihtiyaçlarına cevap vermediği görülmüştür.[6]” demek suretiyle bu ihtiyacın ne denli önemli olduğunun altını çizmiştir.
Kusursuz sorumluluk hallerinde; kişi, ya başka kişilerin eylemleri (istihdam ettiği ya da reisliği altındaki kişiler gibi) ya da sahip olduğu bazı varlıklar (bina veya inşa eseri, hayvan, motorlu araç gibi) nedeniyle sorumlu tutulmaktadır[7].
TMK ve TBK başta olmak üzere muhtelif kanunlarda yer bulan kusursuz sorumluluk hallerini, parçası olduğu hukuki durumun niteliğine göre birkaç başlık altında incelemek mümkündür. Doktrindeki görüşler çerçevesinde kusursuz sorumluluk türleri alt başlıklarıyla birlikte incelenecek olursa başlıklar şu şekilde sıralanabilir:
- Hakkaniyet Sorumluluğu
- Ayırt Etme Gücü Bulunmayanların Verdiği Zarardan Sorumluluk
- Özen Sorumluluğu
- Adam Çalıştıranın Sorumluluğu
- Yapı Malikinin Sorumluluğu
- Hayvan Bulunduranın Sorumluluğu
- Tehlike Sorumluluğu
- Araç İşletenin Sorumluluğu
Ancak yine de bu sorumluluk hallerinin tüm kusursuz sorumluluk halleri olmadığı ve muhtelif kanunlarda başka kusursuz sorumluluk hallerinin de düzenlendiğini vurgulamak gerekmektedir. Ancak çalışmamızda uygulamada en sık karşılaşılan kusursuz sorumluluk halleri incelenmektedir.
HAKKANİYET SORUMLULUĞU
Hakkaniyet İlkesi
Bazı hallerde hakkaniyet, bir kimsenin kusuru olmasa bile doğmuş olan zarardan sorumlu tutulmasını gerektirmektedir ki, bu tür sorumluluğa da hakkaniyet sorumluluğu denilmektedir[8]. Bu halde zarara kusuru olmaksızın sebebiyet veren kişi hakkaniyet gerektiriyorsa, zararı tazmin etmeli, en azından zarar görenle paylaşmalıdır[9].
Hakkaniyet sorumluluğu, esasen haksız fiilin kusur unsurunun bulunmaması sebebiyle sorumlu tutulamayacak ayırt etme gücünden yoksun olanların verdikleri zararların, somut olay adaletinin sağlanabilmesi amacıyla tazminine yönelik bir kusursuz sorumluluk halidir[10]. Kanun koyucu, TBK’nın 65’inci maddesinde hakkaniyet ilkesine dayanan kusursuz sorumluluğa yer vermiştir
Maddeye göre; Hakkaniyet gerektiriyorsa; hâkim, ayırt etme gücü bulunmayan kişinin verdiği zararın, tamamen veya kısmen giderilmesine karar verir.
*Ayırt etme gücü bulunmayanların verdiği zarardan sorumluluk
Ayırt etme gücü bulunmayan kimseler; Türk Medeni Kanunu’nın 14’üncü maddesindeki; Ayırt etme gücü bulunmayanların, küçüklerin ve kısıtlıların fiil ehliyeti yoktur şeklindeki düzenleme ve yine TMK’nın 15’inci maddesindeki Kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, ayırt etme gücü bulunmayan kimsenin fiilleri hukukî sonuç doğurmaz. biçimindeki düzenleme gereği verdikleri zararlardan kural olarak sorumlu değildir. Ancak ayırt etme gücü bulunmayanların hukuki fiilleri ile ilgili hiçbir sorumluluklarının olmadığı da söylenemeyecektir. Bu bağlamda ayırt etme gücü bulunmayanların sorumluluğunun hukuki niteliğinin incelenmesi gerekmektedir.
Ayırt etme gücünden yoksun kimselerin sorumluluğu, objektif özen ödevinin ihlaline dayanmadığı için, özen sorumluluğu olarak düzenlenemez. Aynı şekilde, bu sorumluluk kanunda tanımı yapılmış özel ve tipik bir tehlikenin gerçekleşmesine dayanmadığı için tehlike sorumluluğu olarak da nitelendirilemez[11].
Ayırt etme gücünden yoksun kimselerin sorumlu tutulabilmesi için, bazı olumlu ve olumsuz koşulların gerçekleşmesi gerekmektedir. Olumlu koşullar bakımından, haksız fiil sorumluluğuna ilişkin şartlarla birlikte, kusur şartı en azından objektif olarak gerçekleşmiş olması gerekmektedir. Diğer yandan, hakkaniyet sebeplerinin varlığı da sorumluluğun oluşması için gereklidir. Ayrıca olumsuz şartlar bakımından, failin ayırt etme gücüne sahip olmaması ve söz konusu zarardan dolayı, bir başkasının sorumlu tutulamaması gerekmektedir[12]. Bu şartları ayrı ayrı incelemekte de yarar bulunmaktadır.
- Zarar veren ayırt etme gücünden yoksun olmalı
Ayırt etme gücünden sürekli yoksun olunabileceği gibi, geçici olarak da yoksun kalınabilir. Ayırt etme gücünden sürekli olarak yoksun olanlar hakkaniyet gerektirdiği takdirde verdikleri zarardan kısmen veya tamamen sorumlu olabilirler. Buna karşılık, ayırt etme gücünü geçici olarak kaybeden kişi, ayırt etme gücünü kaybetmede kendi kusurunun olmadığını ispat ederse, TBK madde 59’a göre sorumluluktan kurtulur[13].
- Hakkaniyet, tazminat verilmesini gerektirmelidir
Ayırt etme gücünden yoksun kimsenin zarar görene tazminat ödemesi hakkaniyet açısından haklı görülmelidir. Burada özellikle zarar verenin ekonomik durumu önem arz etmektedir.
ÖZEN SORUMLULUĞU (OLAĞAN SEBEP SORUMLULUĞU)
Özen sorumluluğu, diğer adıyla olağan sebep sorumluluğu, tehlike sorumluluğunun ve hakkaniyet sorunluluğunun dışında kalan kusursuz sorumluluk halleridir. Bunlar;
- Hayvan bulunduranın sorumluluğu
- Adam çalıştıranın sorumluluğu
- Yapı malikinin sorumluluğu
Bu sorumluluk hallerinin bir kısmı TBK’da ve diğer bir kısmı ise TMK’da düzenlenmişlerdir.
Özen sorumluluğunun kaynağı, kişinin bir “şey” üzerindeki hakimiyeti (egemenliği)dir. Sorumlu kişiye denetim, gözetim yani özen yükümlülüğü yüklenmiştir. Bu “özen yükümlülüğü” objektiftir. Durumun şartlarından bağımsızdır. Bu özen yükümlülüğünün yerine getirilmemesi halinde kişinin sorumluluğuna gidilir ve bu kişi zararı tazmin etmekle yükümlüdür. Ancak kişiye sorumluluktan kurtulma imkânı da tanınmıştır, buna kurtuluş kanıtı (kurtuluş beyyinesi) da denmektedir.[14] Bazı durumlarda ise sorumluluk ağırlaştırılmış olup sorumluluktan kurtulma imkanı (kurtuluş kanıtı) verilmemiştir.[15]
Özen sorumluluğu hallerinin ortak noktası ise sorumluluğun doğması için “kusur” şartının aranmamasıdır.[16]
Adam Çalıştıranın (İstihdam Edenlerin) Sorumluluğu- (TBK 66)
TBK’nın 66’ncı maddesinde kanun koyucu; Adam çalıştıran, çalışanın, kendisine verilen işin yapılması sırasında başkalarına verdiği zararı gidermekle yükümlüdür. Adam çalıştıran, çalışanını seçerken, işiyle ilgili talimat verirken, gözetim ve denetimde bulunurken, zararın doğmasını engellemek için gerekli özeni gösterdiğini ispat ederse, sorumlu olmaz. Bir işletmede adam çalıştıran, işletmenin çalışma düzeninin zararın doğmasını önlemeye elverişli olduğunu ispat etmedikçe, o işletmenin faaliyetleri dolayısıyla sebep olunan zararı gidermekle yükümlüdür. Adam çalıştıran, ödediği tazminat için, zarar veren çalışana, ancak onun bizzat sorumlu olduğu ölçüde rücu hakkına sahiptir.” hükmü yer almaktadır.
Adam çalıştıran; iş faaliyeti yürüten kişi veya hiyerarşik olarak üst konumda olan kişi demektir[17]. Adam çalıştıranın kusursuz sorumluluğu objektif özen yükümlülüğünün yerine getirilmemiş olmasına dayanır. Adam çalıştıran yani istihdam edenlerin çalıştırdıkları kişiler üzerindeki egemenliklerinden kaynaklanan sorumluluktan doğar. Bu sorumluluk, çalıştırılanın başkalarına zarar vermemeleri ile ortaya çıkmaktadır. Bir başka ifade ile sorumluluğun sebebi, “objektif özen gösterme yükümlülüğü”nün yerine getirilmemiş olmasıdır.
Adam çalıştıranın sorumluluğundan bahsedilebilmesi için, sorumluluk kapsamına giren bir zararın meydana gelmesi gerekir, gerekli özen yerine getirilmemiş olmalıdır ve zarar gerekli özen yerine getirilmemiş olduğu için meydana gelmelidir. Bu durumda karine olarak adam çalıştıranın sorumlu olduğu kabul edilmektedir.
Sorumlu tutulan kişinin bu sorumluluktan kurtulabilmesi için; gerekli özeni gösterdiğini veya oluşan zararın, gerekli özenin gösterilmemesinden kaynaklanmadığını ispat etmesi gerekmektedir.[18]
Çalıştırılanın iş sırasında başkalarına verdiği zarar sebebiyle başvurulan sorumluluktur. Adam çalıştıranın sorumluluktan kurtulabilmesinin ise bir kısım şartlar bulunmaktadır. Şayet adam çalıştıran somut iş için çalışan seçerken, işiyle ilgili talimat verirken, gözetime ve denetimde bulunurken gerekli özeni (dikkati ve itinayı) gösterdiğini ispat eder ise sorumluluktan kurtulacaktır.
Adam çalıştıran özeni göstermemede kusurlu olmasa dahi sorumludur. Çünkü adam çalıştıranın sorumluluğu kusur aranmayan bir sorumluluktur.
Objektif sorumluluk, durumun ve işin gerektirdiği bütün dikkat ve özendir. Durumun şartları önemli değildir. Çünkü; adam çalıştıranlar kendi egemenlikleri altında çalıştırılandan iş gördürerek yararlanmaları dolayısıyla hakkaniyet gereği çalıştırılanın sebebiyet verdiği zararlara katlanmaları gerekmektedir.[19]
Adam çalıştıran gerçek kişi yahut tüzel kişi olabilir. Eğer bu tüzel kişiler özel hukuk tüzel kişisi ise bu durumda özel hukuk hükümlerine tabii olurlar. Devlet ve diğer kamu tüzel kişilerinin kamu hukukuna tabi olarak çalıştırdıkları kişilerin işlerini görürken üçüncü kişilere verdikleri zararda, kamu hukuku uygulanır ve bu zarardan adam çalıştıran kamu tüzel kişisi sorumludur. Lakin kamu tüzel kişilerinin özel hukuk çerçevesinde çalıştırdıkları kişilerin verdikleri zarar yine kamu hukukuna değil TBK’nın 66’ncı maddesi kapsamında yer alan düzenlemelere tabidir.[20]
Adam çalıştıranın kusursuz sorumluluğu çalıştırılanın çalışmasının koşullarına da bağlıdır. Eğer çalıştırılan, adam çalıştıran için sadece üçüncü kişiye olan borcunun ifasına yardımcı olmak maksadıyla çalışıyorsa, adam çalıştıran çalıştırılanın borca aykırılık kesbeden fiilinden, borçlu sıfatıyla sorumlu olacağından bu sorumluluk TBK’nın 116’nca maddesinde tanzim edilen sorumluluğuna tabidir. Ancak çalıştırılanın davranışı genel davranış kurallarına aykırılık oluşturmuşsa o halde adam çalıştıran TBK’nın 66’ncı maddesindeki adam çalıştıranın kusursuz sorumluluğuna tabi olacaktır. Şayet çalıştırılan hem borca aykırılık hem de davranış kurallarına aykırılık yaptıysa çalıştıranın TBK’nın 66’nca maddesine tabi sorumluluğu ile TBK’nın 116’ncı maddesine tabi sorumluluğu yarışacaktır[21]. Bu durumda da zarar gören, dilediği sorumluluğa başvurabilecektir[22]. Bu durumda eğer TBK’nın 66’ncı maddesindeki sorumluluğa başvurulur ise zamanaşımı hususunda TBK’nın 72’nci maddesi uygulanacaktır ve adam çalıştıranın sorumluluktan kurtulabilmesi için özen yükümlülüğünü yerine getirdiğini ispat etmesi veya yerine getirseydi dahi zararın oluşmasına engel olamayacağını ispat etmesi gerekmektedir. TBK’nın 116’ncı maddesindeki sorumluluğa başvurulur ise de zamanaşımı için TBK’nın 146’ncı maddesi uygulanacaktır.
Adam çalıştıranın bu sorumluluktan kurtulabilmesi için, borcu kendi ifa etseydi bile aynı zararın doğuracağını ve kendisinin de bu durumdan sorumlu tutulamayacağını ispat etmesi gerekmektedir.
TBK’nın 66’ncı maddesine göre sorumluluğa başvurulabilmesi için çalıştırılanın, adam çalıştırana bağımlı olması gerekmektedir. Bu halde tabiatıyla çalıştırılan sadece gerçek kişi olabilmektedir. Oysa TBK’nın 116’ncı maddesindeki sorumluluğa başvurulabilmesi için bu şartlar aranmaz. Bir başka deyişle TBK’nın 116’ncı maddesi gereği çalıştırılan tüzel kişi de olabilir ve adam çalıştıran ile çalıştırılan arasında bağımlılık şartı aranmayacaktır.
-TBK’nın 66’ncı maddesine göre sorumluluğun şartları
TBK’nın 66’ncı maddesinde düzenlenen adam çalıştıranın kusursuz sorumluluğuna başvurulabilmesi için 3 şartın gerçekleşmesi gerekmektedir. Bunlar;
- Üçüncü kişinin zarara uğratılması
- Bu zarar çalıştırılanın hukuka aykırı fiilinden kaynaklanmalı
- Fiil ve zarar arasında uygun nedensellik bağı olmalı
Ancak tüm bu şartlar gerçekleşse dahi adam çalıştıran karineyi çürütürse sorumluluktan kurtulur. Uğranılan zarar maddi ya da manevi zarar olabilir. Fiilin hukuka aykırı olmaması halinde adam çalıştıranın sorumluluğu yoktur. Öğreti ve mahkeme içtihatlarında hukuka aykırılığı önleyen sebepler ise; “meşru müdafaa” ve “mağdurun geçerli rızası” olarak sayılmaktadır.
Adam çalıştıranın sorumlu olması için zararı veren kişi adam çalıştıranın işe aldığı elemanı olmalıdır. Bunun için de; onun emri altında çalışmalı, çalışan çalıştırana tabi olmalı, bağımlılık ilişkisi (tabiiyet bağı-emir verme yetkisi) olmalıdır. Bunun için sözleşme bağı kural olarak gerekmemektedir. Ancak bu durumun da istisnası vardır. Bunlar; ortaklık(şirket) sözleşmesi, eser(istisna) sözleşmesi, vekalet sözleşmesidir[23].
Eğer adam çalıştıranın onayıyla çalıştırdığı kişi de başka kişileri çalıştırmış ise ikisi de müteselsilen sorumludur. Aynı zamanda zarar, çalıştırılan kişi adam çalıştıranın işini gördüğü esnada ve iş dolayısıyla verilmiş olmalıdır, bu duruma “işlevsel (fonksiyonel) bağlılık” denir. Talimatın yanlış anlaşılması ya da işgüzarlık sebebiyle oluşan zararlarda da işlevsel bağlılık devam eder.
Bu noktada önemle belirtmek gerekir ki; çalıştırılanın verdiği zararın çalıştırılanın olumlu veya olumsuz fiillerinden kaynaklanması mümkündür. Bir başka ifade ile bu zarar çalıştırılanın bir şeyi yapması yahut yapmamasından oluşabilecektir.
-Sorumluluk karinesi
Yukarıda sayılan şartlar oluştuğunda, adam çalıştıranın, objektif özen gösterme yükümlülüğünü yerine getirmediğinden mütevellit zararın meydana geldiği karinedir. Ancak bu sorumluluk karinesi de kendi içerisinde ikiye ayrılır. Bu ayrım çalıştıran kişiye ilişkin sorumluluk ve işletme şartlarına ilişkin sorumluluk olarak karşımıza çıkmaktadır.
İşletme şartlarına ilişkin sorumluluk karinesinde, işletmede adam çalıştıran işletmenin çalışma düzeninin zararın doğmasını önlemeye elverişli olduğunu ispat etmedikçe sorumludur.
Çalıştıran kişiye ilişkin sorumluluk karinesinde ise, adam çalıştıran kendisine yükletilen davranış yükümlülüğünü yerine getirdiğini ispat ettiği veya zarar ile yükümlülüğü arasında nedensellik bağının bulunmadığını ispat ettiği takdirde çalıştırdığı kişinin fiili bakımından sorumluluk şartları mevcut olmasına rağmen sorumlu olmaz[24].
-Sorumluluk karinesinin çürütülmesi (Kurtuluş beyyinesi)
Çalışana yönelik karinenin çürütülmesi için adam çalıştıranın gerekli özeni göstermesi gerekmektedir. Bunlar; seçimde özen (bilgiye, tecrübeye, ehliyete, gerekli kişiliğe vb. bakılmalıdır), talimatta özen (gerekli olan bilgi ve uyarı verilmelidir), denetlemede özen (çalışanın verilen talimatlara uyup uymadığına bakılmalıdır). Bu üç gerekli özenin de gösterildiği kanıtlandığı halde sorumluluk karinesi çürütülür[25].
İşletme şartlarına yönelik karinenin çürütülmesi, çalışma düzeninin zararın doğmasını önlemeye elverişli olduğunun kanıtlanması ile mümkündür.[26] Aynı zamanda zarar ile fiil arasında nedensellik bağı yoksa da sorumluluk karinesi çürür. Bu bağın varlığını davacı (mağdur) ispatla yükümlüdür.
-Tazminata ilişkin esaslar
Adam çalıştırılanın sorumluluğunda kusur aranmadığı için kusurun derecesi tazminatın belirlenmesinde önem taşımaz. Tazminatın belirlenmesinde durumunun gereğinin (TBK 51), mağdurun birlikte kusurunun, tazminatın davalıyı yoksulluğa düşürecek olması gibi hususlar dikkate alınacaktır. Bu halde TBK’nın 51’inci maddesine göre; “Hâkim, tazminatın kapsamını ve ödenme biçimini, durumun gereğini ve özellikle kusurun ağırlığını göz önüne alarak belirler. Tazminatın irat biçiminde ödenmesine hükmedilirse, borçlu güvence göstermekle yükümlüdür.”
Sorumluluğa ilişkin zamanaşımında ise TBK’nın 72’nci maddesi ve maddenin 2’nci fıkrası uyarınca 2 yıllık zamanaşımının başlaması için mağdurun hem zararı hem çalıştırma ilişkisini hem zararı veren çalışanı hem de bu kişiyi çalıştıranı bilmelidir. Nitekim TBK’nın 72’nci maddesi “Tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın ve her hâlde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Ancak, tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa, bu zamanaşımı uygulanır. Haksız fiil dolayısıyla zarar gören bakımından bir borç doğmuşsa zarar gören, haksız fiilden doğan tazminat istemi zamanaşımına uğramış olsa bile, her zaman bu borcu ifadan kaçınabilir.” biçiminde düzenlenmiştir.
Rücu hususunu ise, eğer zarardan başka biri daha sorumluysa bu durumda hakim bu hususu belirleyecektir. Adam çalıştıran, çalıştırılana rücu edebilir. Çalıştırılan kişi şahsen sorumlu olduğu için TBK’nın 49’uncu maddesine göre mağdura karşı kendisi de sorumlu olacaktır. Zira TBK’nın 49’uncu maddesi “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” hükmünü içermektedir.
Çalıştırılanın davranışı, kendisini çalıştırana karşı yüklendiği borca aykırılık oluşturduğu için çalıştırılanın sorumluluğu genel borca aykırılık sorumluluğu nezdinde olacaktır. Lakin ilk önce adam çalıştıran zarar gören kişinin zararını tazmin eder, sonrasında rücu edebilir. Rücuda zamanaşımı için TBK 73 uygulanır.[27] Kanun koyucu 73’üncü maddede Rücu istemi, tazminatın tamamının ödendiği ve birlikte sorumlu kişinin öğrenildiği tarihten başlayarak iki yılın ve her hâlde tazminatın tamamının ödendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Tazminatın ödenmesi kendisinden istenilen kişi, durumu birlikte sorumlu olduğu kişilere bildirmek zorundadır. Aksi takdirde zamanaşımı, bu bildirimin dürüstlük kurallarına göre yapılabileceği tarihte işlemeye başlar.” Hükmüne yer vermiştir.
Yapı Malikinin Sorumluluğu- (TBK m. 69)
Yapı malikinin kusursuz sorumluluğu TBK’nın 69’uncu maddesinde tanzim edilmiştir. Maddeye göre; “Bir binanın veya diğer yapı eserlerinin maliki, bunların yapımındaki bozukluklardan veya bakımındaki eksikliklerden doğan zararı gidermekle yükümlüdür. İntifa ve oturma hakkı sahipleri de, binanın bakımındaki eksikliklerden doğan zararlardan, malikle birlikte müteselsilen sorumludurlar. Sorumluların, bu sebeplerle kendilerine karşı sorumlu olan diğer kişilere rücu hakkı saklıdır.”
Maddenin düzenlemesinden hareketle unsurları izah etmekte fayda vardır:
- Yapı; toprağa bağlı olan, sabit ve insan tarafından yapılmış, inşa edilmiş olan
- Diğer yapı; yollar, barajlar, setler, fosseptik kuyusu, demiryolu rayları vb.
- Arazi ile bağlantısı olan yapının “bütünleyici parçaları”; elektrik tesisatı, asansör vb.de Oğuzman’a göre “bina ve diğer yapılar” içindedir. Bazı yazarlara göre şofben, küvet gibi “eklentiler” de bina ve diğer yapıların içindedir[28].
Yapı malikinin sorumluluğu da kusursuz sorumluluk hallerinden biri olmakla kusur aranmayan bir sorumluluk olup sorumluluğun kaynağı bir bina yahut diğer bir yapıya malik olmaya dayanmaktadır. Yapının yapılışındaki bozukluk veya bakımındaki eksiklerden kaynaklanan sorunlar sebebiyle üçüncü kişilerin uğradığı zararlardan, zarara sebep olan bina yahut yapıdan en üst düzeyde yararlanan kişinin (maliki ve bazı durumlarda intifa ve oturma hakkı sahibinin) sorumludur.[29]
Bu sorumluluk türünde özen yükümlülüğü yoktur. Dolayısıyla sorumluluk karinesi de yoktur, yani sorumluluk karinesi çürütülerek sorumluluktan kurtulunamaz. Aynı zamanda kişinin sorumlu tutulması için bina veya yapı üzerinde fiili egemenliği bulunmasına da ihtiyaç bulunmamaktadır.
Eğer zarara yapı bozukluğu yahut yapıdaki bakım eksikliği sebebiyet vermişse malik sorumlu olur ama yapının bakım eksikliğiyle ilgiliyse intifa ve oturma hakkı sahibinin de sorumluluğuna gidilebilir. Bu halde intifa hakkı veya oturma (sükna) hakkı bulunan kişi de malikle beraber sorumlu olacaktır. Ancak yapıdaki bozukluklardan sadece malik sorumludur.
Yapı malikinin sorumluluğuna başvurmak için arazinin maliki tapu sicilinde bulunabilecektir. Eğer sicilden başka malik olduğu iddia ediliyorsa iddia eden taraf iddiasını ispatlamak ile yükümlüdür.
Taşınır yapılarda ise sorumluluk, yapıyı inşa edenin mülkiyetine tabii olduğu için sorumluluk yine malikindir.
Yapı malikinin sorumluluğunda birden çok malik olması durumunda ise; elbirliği mülkiyetinde müteselsil olarak, paylı mülkiyette ise payları oranında sorumlu olurlar.
Eğer bir kişi kendisine ait olmayan araziye üst hakkına sahip olmadan bina inşa etmişse, binanın maliki olan arazi malikine aittir sorumluluk. Ama haksız inşaat yapana rücu edebilir. Mülkiyet hakkı el değiştiren yapılarda ise zarar meydana geldiği anda mülkiyet hakkına kim sahipse sorumluluk o kişide olacaktır.
-Sorumluluk için aranan şartlar
Yapı malikinin kusursuz sorumluluğunda üç şart gerekmektedir. Bunlar aşağıdaki gibi gruplanabilecektir.
- Üçüncü kişi zarara uğramış olmalıdır.
- Zarar bir binanın yahut başka bir yapının yapılışındaki bozukluktan ya da yapının bakımındaki eksiklikten veya her ikisinden birden sebep olmalıdır.
- Zarar ve fiil arasında uygun nedensellik bağı olmalıdır.
-Tazminata ilişkin esaslar
Yapı malikinin sorumluluğu da bir kusursuz sorumluluk hali olduğundan diğer kusursuz sorumluluk hallerinde yapılan açıklamalar bu hal için de geçerlidir. Bu bağlamda; Sorumluluk bir kusursuz sorumluluk hali olduğu için kusurun derecesi tazminatı etkilemez ve öağdurun birlikte kusuru (TBK 52), durumun gereği (TBK 51), tazminatın davalıyı yoksulluğa düşürecek olması(TBK 52) durumları tazminatın hesaplanmasında göz önünde bulundurulur.
-Tehlikeyi bertaraf etme yükümlülüğü
Yapı malikinin kusursuz sorumluluğunda zarar tehlikesi varsa ancak henüz zarar oluşmamışsa veya tazminata yol açmış bir durum zarar tehlikesi yaratmaya devam ediyorsa bu tehlikeyle karşılaşan herkesin tehlikenin giderilmesi hususunda önlem alınmasını isteme hakkı vardır. Eğer tehlike giderilmezse bertaraf edilmesi için dava açılabilir. Bu keyfiyet de TBK’nın 70’inci maddesinde tanzim edilmiştir. Buna göre; Bir başkasına ait bina veya diğer yapı eserlerinden zarar görme tehlikesiyle karşılaşan kişi, bu tehlikenin giderilmesi için gerekli önlemlerin alınmasını hak sahiplerinden isteyebilir. Kişilerin ve malların korunması hakkındaki kamu hukuku kuralları saklıdır.”
TEHLİKE SORUMLULUĞU
Tehlike İlkesi
Tehlike ilkesi, başkalarının mal ve can güvenliğini tehdit eden ve zarar yaratabilen tehlikeli faaliyetler ya da nesneler nedeniyle kabul edilen bir ilkedir.
Başkalarının can ve mal güvenliğini tehdit eden ve zarar tehlikesi yaratan faaliyetler kapsamındaki fiilin bir zarara yol açması halinde, bu faaliyetlerde bulunan kişiler kusurları bulunmasa dahi doğan zarardan sorumlu tutulmalıdır.[30]
Tehlike sorumluluğu bir işletmenin yürüttüğü faaliyetlerinden doğan risklerle doğrudan ilgilidir. İşletme dışı tehlike sorumluluğu istisna olmakla birlikte işletmenin işletilmesi, bir zarara sebep olduğu takdirde, işleten ve işletme sahibi bu zarardan müteselsilen sorumlu olacaktır.
Tehlike sorumluluğunda kimlerin sorumlu olacağı bakımından doktrinde birden çok görüş bulunmaktadır. Bunlardan baskın görüş niteliğinde olan ve bizim de katıldığımız tehlikeye hakimiyet görüşüne göre kişi, hakimiyet alanındaki tehlikenin ortaya çıkardığı rizikoların sonuçlarına katlanmalıdır. Tehlikeyi hakimiyet alanında bulunduran kişi, gerekli denetleme ve gözetimle zararlı sonucun doğmasını önlemelidir; önlemiyorsa bundan doğan zarara katlanmalıdır[31].
Tehlike sorumluluğu kavramı TBK’nın 71’inci maddesinde yer almakla birlikte özel kanunlarda tehlike sorumluluğu hallerine sıkça rastlanmamaktadır. TBK’nın 71’inci maddesinde kanun koyucu; Önemli ölçüde tehlike arz eden bir işletmenin faaliyetinden zarar doğduğu takdirde, bu zarardan işletme sahibi ve varsa işleten müteselsilen sorumludur. Biçiminde bir hüküm getirmiştir.
Kanun maddesinden de anlaşılacağı üzere tehlike sorumluluğundan söz edilebilmesi için bir işletme faaliyetinin bulunması ve bu faaliyetin önemli ölçüde tehlike arz etmesi gerekmektedir. Bu nedenle tehlike sorumluluğunun kusursuz sorumluluk türleri içinde en ağır olan sorumluluk türü olduğunu söylemek de yanlış olmayacaktır.
İşletmenin tehlike arz eden faaliyetinin önemli ölçüde olması da dikkat edilmesi gereken bir husustur. İşletme tehlikeli olarak nitelendirilebilecek faaliyetlere hizmet eden bir işletme olabilir fakat burada aranan bu tehlikenin önem derecesidir. Tehlike normal işletmelerde doğabilecek tehlikelerden daha yoğun olmalı ve bu tehlikeye sebebiyet veren faaliyet mahiyeti gereği sıklıkla veya ağır nitelikte zararlar doğurmaya yatkın bir faaliyet olmalıdır. Aynı zamanda tehlikenin önlenemez olup her an olumsuz bir sonuç doğurabilecek özellikte olması da TBK’nın 71’inci maddesinin devamında bu hususa da dikkat çekilmektedir.
TBK’nın 71’inci maddesinin 2’nci fıkrasında kanun koyucu; Bir işletmenin, mahiyeti veya faaliyette kullanılan malzeme, araçlar ya da güçler göz önünde tutulduğunda, bu işlerde uzman bir kişiden beklenen tüm özenin gösterilmesi durumunda bile sıkça veya ağır zararlar doğurmaya elverişli olduğu sonucuna varılırsa, bunun önemli ölçüde tehlike arz eden bir işletme olduğu kabul edilir. Özellikle, herhangi bir kanunda benzeri tehlikeler arz eden işletmeler için özel bir tehlike sorumluluğu öngörülmüşse, bu işletme de önemli ölçüde tehlike arz eden işletme sayılır. demektedir.
- Denkleştirme
TBK’nın 71’inci maddesinin son fıkrasında “Önemli ölçüde tehlike arz eden bir işletmenin bu tür faaliyetine hukuk düzenince izin verilmiş olsa bile, zarar görenler, bu işletmenin faaliyetinin sebep olduğu zararlarının uygun bir bedelle denkleştirilmesini isteyebilirler.” ifadesiyle kanun koyucu, tehlike sorumluluğundan doğan zararlarda denkleştirme ilkesini kabul etmiştir.
Bu durumda zarar vermede hukuka aykırılık unsuru bulunsa bile önemli ölçüde tehlikeli faaliyete hukuk düzeni izin verdiğinden, başka bir anlatımla zarar verici faaliyette hukuka aykırılığı önleyen bir izin bulunduğundan, tehlike sorumlularının buna rağmen zarar görenin zararlarını tazmin yükümlülüğü vardır[32].
Motorlu Araç İşletenin Kusursuz Sorumluluğu (KTK m. 85 vd.)
13.10.1983 tarihinde kabul edilip 18.10.1983 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Karayolları Trafik Kanunu’nun “İşleten ve Teşebbüs Sahibinin Hukuki Sorumluluğu” başlıklı 85’inci maddesiyle kusursuz sorumluluğa ilişkin düzenlemeler getirilmiştir.
KTK’nın 85/1 maddesine göre; Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar.
Bu hükme göre sorumluluk, motorlu taşıt aracının işletilmesine bağlanmıştır. Bu itibarla, işletenin veya teşebbüs sahibinin sorumlu olması için, zarara, aracın işletilmesinin sebep olması gerekir. Burada sorumluluğun temeli, işletme tehlikesi, türü ise, tehlike esasına dayalı işletme sorumluluğudur. İşletme tehlikesi gerçekleştiği anda, işleten ve teşebbüs sahibinin sorumluluğu doğar.[33]
Araç İşleten
Eski KTK’da yer alan ifade, “vasıtayı ve müteharrik makinayı kullanan” idi. Buradan çıkarılacak anlam aracı fiilen idare eden kişinin mi yoksa işletmesini sağlayan kişinin mi sorumlu olacağı konusu açıklığa kavuşturmakta yetersiz kaldığından yasada yapılan değişiklikle “araç sahibi” deyimine yer verilmiş, bu ifade de tehlike sorumluluğunun özellikleri göz önüne alındığında aydınlatıcı olmadığından yeni 2918 sayılı KTK’nın 85’inci maddesinde “araç işleten” deyimi kullanılmıştır.
Aracın sebep olduğu zararın doğduğu anda aracın sevk ve idaresinde yetkili, araçtan yarar sağlayan kişi aracın sahibiyse, araç sahibinin işleten sayılmasında tereddüt yoktur. Ancak araç sahibinin araç üzerinde zilyet olmadığı, sevk ve idareye müdahalede bulunabilecek konumda olmadığı hallerde araç sahibi yerine sorumlu tutulması gereken kişiler aracın sevk ve idaresinde yetkili kişilerdir[34].
Bu bağlamda araç işletenin kimler olabileceğine bakılmak gerekmektedir.
- Gerçek işleten
KTK’nın 3’üncü maddesinde işleten; Araç sahibi olan veya mülkiyeti muhafaza kaydıyla satışta alıcı sıfatıyla sicilde kayıtlı görülen veya aracın uzun süreli kiralama, ariyet veya rehni gibi hallerde kiracı, ariyet veya rehin alan kişidir. Ancak ilgili tarafından başka bir kişinin aracı kendi hesabına ve tehlikesi kendisine ait olmak üzere işlettiği ve araç üzerinde fiili tasarrufu bulunduğu ispat edilirse, bu kimse işleten sayılır. Olarak tanımlanmıştır. Bu bağlamda gerçek işleten kişileri araç sahipleri ve araç sahibi dışında kalan araç işletenler olarak incelemek mümkündür.
Araç Sahipleri:
Bir aracın sahibi olmak, günümüzde noterlerde yapılacak devir işlemleri ile resmi geçerlilik şartlarına tabi tutulmuştur. Kişiler her ne kadar sahibi oldukları motorlu araçları kendi adlarına tescil ettirseler de tescil işlemi, araç sahibi konumunda olan kişi dışında bir başkasının aracı işletiyor, kullanıyor olmadığının ispatı konusunda yetersiz kalır. Yasa koyucunun “Ancak ilgili tarafından başka bir kişinin aracı kendi hesabına ve tehlikesi kendisine ait olmak üzere işlettiği ve araç üzerinde fiili tasarrufu bulunduğu ispat edilirse, bu kimse işleten sayılır.” ifadesi, bu doğrultuda açıklayıcıdır.
Aracın kamuya ait bir araç olması halinde gerçek işletenin kimliği hususunda da KTK’nın 106’ncı maddesi, “Genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelere, il özel idarelerine ve belediyelere, kamu iktisadi teşebbüslerine ve kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların sebep oldukları zararlardan dolayı, bu Kanunun işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin hükümleri uygulanır.” ifadeleriyle hüküm getirmiştir.
Yargıtay da 106’ncı madde ve araç işletenin hukuki sorumluluğu doğrultusunda vermiş olduğu bir kararında “Bu düzenleme itibarıyla yasa, kamu idare ve kurumlarına ait ve bu arada kamu hizmetine tahsis edilen motorlu araçların verdikleri zararlardan dolayı, trafik olaylarından doğan zararların özelliği göz önünde tutularak, kamu idare ve kurumlarının özel kişilerle eşit şartlarda aynı esaslara göre sorumlu tutulması gereğini ifade etmiştir. Yasanın anılan bu hükümleri karşısında, kamu araçlarının verdikleri zararlardan dolayı idare, kamu hukuku kurallarına göre değil, “işleten” sıfatıyla özel hukuk kurallarına göre sorumlu tutulabilecektir.”[35] ifadeleriyle söz konusu aracın sahibi olan kamu kurumunun gerçek işleten olacağına dikkat çekmiştir.
Araç Sahibi Dışında Kalan İşletenler
Aracı Rehin Alan veya Mülkiyeti Muhafaza Kaydıyla Satın Alan:
Bu grupta yer alan kişiler için trafik sicil kayıtları kuvvetli delil niteliği taşımakla birlikte zarar görenin bunların sorumluluğuna gidebilmesi için bu kişilerin işleten unsurlarına sahip olması gerekir.
KTK’nın 20/11 maddesinin 2-d bendi gereğince mülkiyeti muhafaza kaydıyla satış sözleşmesinin, noter tarafından düzenleme yoluyla yapılması gerekir. Bu suretle, mülkiyeti muhafaza kaydıyla satın alınan bir aracın yaptığı kaza ve bundan doğan zararlardan sorumlu kişi, işleten sıfatını kazanmış olan alıcıdır[36]. Bu alıcının sicilde işleten olarak görünmesi onun işleten sayılması için yalnızca adi bir karine oluşturacak, yasada da yer alan “işleten sayılır” ifadesi doğrultusunda bu karine, delillerle kanıtlanmak suretiyle çürütülebilecektir.[37]
Motorlu aracı rehin alan kişinin işleten olarak sorumlu olduğunun kabulü hususunda taraflar arasında gerçekten bir rehnin mevcut olup olmadığının araştırılması gerekir. Rehin hakkı sahibi olarak, araç üzerinde zilyet olan kişinin aracın bakımı ve gözetilmesi için gerekli giderlere katlanıp katlanmadığı, onun bu konudaki mali gücü göz önünde tutularak araştırılmalıdır[38].
Motorlu Aracı Kiralayan veya Ariyet Alan:
KTK’nın işleteni tanımlayan 3’üncü maddesinde kiralamanın “uzun süreli” olması halinde kiracının işleten sayılacağı belirtilmiştir. Kiralama süresinin uzun mu kısa mı olduğunun tespit edilmesi gerekmekte ise de yasada bu konuda bir sınırlama bulunmamaktadır.
Burada motorlu araçlarda hangi sürenin uzun süre olduğu hususunda motorlu araç kirası da bir taşınır kirası olduğu için TBK m.330’da öngörülen fesih bildirim süresi kiralamanın uzun süreli mi kısa süreli mi olduğu konusunda ölçü kabul edilebilir. Kanun koyucu; TBK’nın 330/1’inci maddesinde; “Taraflardan her biri, bir taşınıra ilişkin kira sözleşmesini üç gün önceden yapılacak fesih bildirim süresine uyarak her zaman feshedebilir.” Hükmünü getirmiştir.
Bunun yanında kiralamanın uzun süreli olarak nitelendirilebilmesi için araç üzerinde fiili hakimiyet ve ekonomik yararlanma unsurlarının birlikte bulunması gerektiği de söylenmelidir[39].
Aracın ariyet olarak alınmasını, onun kiralanmasından ayıran husus, ücretsiz olmasıdır. Buna göre, motorlu aracın sahibi dışında onun rızasıyla bir başkası tarafından ücretsiz olarak kullanılmasında ariyet söz konusudur. Ariyet verilmesi durumunda da kanaatimizce ariyet süresinin uzunluğunun tespitinde kira sözleşmesinin uzunluğunu tespit ederken kullanılabilecek ölçüler kullanılabilir[40].
- Farazi İşleten
Motorlu Araçla İlgili Mesleki Faaliyette Bulunan:
KTK’nın 104’üncü maddesinde; “Motorlu araçlarla ilgili mesleki faaliyette bulunan teşebbüslerin sahibi, gözetim, onarım, bakım, alım – satım, araçta değişiklik yapılması amacı ile veya benzeri bir amaçla kendisine bırakılan bir motorlu aracın sebep olduğu zararlardan dolayı; işleten gibi sorumlu tutulur.” Hükmü bulunmaktadır.
Otopark, tamirhane, garaj, araç alım satım yerleri gibi işletmeler ve bu işletmeler altında mesleki faaliyet yürüten teşebbüs sahipleri ilgili kanun maddesi gereği işleten gibi sorumludurlar. Mesleki teşebbüs sahiplerinin sorumlu tutulmalarının sebebi, bunların motorlu araç üzerindeki fiili hakimiyet sahibi olmalarından ileri gelmektedir. Sorumluluk, araç bu kişilerin hakimiyet alanına girdiğinde başlar ve iade edildiği anda sona erer.[41]
Yarış Düzenleyicileri:
KTK 105’inci maddesinde; “Yarış düzenleyicileri, yarışa katılanların veya onlara eşlik edenlerin araçları ile gösteride kullanılan diğer araçların sebep olacakları zararlardan dolayı motorlu araç işleteninin sorumluluğuna ilişkin hükümler uyarınca sorumludurlar. Yarışçıların veya onlarla birlikte araçta bulunanların uğrayacakları zararlarla, gösteride kullanılan araçların uğradıkları zararlardan dolayı sorumluluk genel hükümlere tabidir.” biçiminde bir düzenleme yapılmıştır.
Bu maddeye göre, otomobil yarışı düzenleyenler motorlu araç nedeniyle zarara uğrayan üçüncü kişilerin uğradıkları zararlardan KTK’nın 85’inci maddesi gereğince işleten gibi sorumlu tutulacaktır. Yarış düzenleyicisi, üçüncü kişilerin uğradıkları zarar nedeniyle araç işleten gibi kusursuz olarak sorumlu tutulurken, yarışçıların, yarışçı ile birlikte araçta bulunanların ve yarışta kullanılan aracın uğradığı zararlar nedeniyle sorumluluğu genel hükümlere dayanan kusur sorumluluğudur[42].
Motorlu Aracı Çalan veya Gasp Eden:
KTK’nın 107’nci maddesi; “Bir motorlu aracı çalan veya gasbeden kimse işleten gibi sorumlu tutulur. Aracın çalınmış veya gasbedilmiş olduğunu bilen veya gereken özen gösterildiği takdirde öğrenebilecek durumda olan aracın sürücüsü de onunla birlikte müteselsilen sorumludur. İşleten, kendisinin veya eylemlerinden sorumlu olduğu kişilerden birinin, aracın çalınmasında veya gasbedilmesinde kusurlu olmadığını ispat ederse, sorumlu tutulamaz. İşleten, sorumlu olduğu durumlarda diğer sorumlulara rücu edebilir.” Şeklinde kaleme alınmıştır. Buradan da açıkça anlaşıldığı üzere motorlu aracı çalan ve gasp eden kişiler de müteselsilen sorumludurlar.
- Araç İşletenin Eylemlerinden Sorumlu Tutulduğu Kişiler
Sürücü ve Araçtaki Diğer Yardımcılar:
KTK uyarınca araç işletenin eylemlerinden sorumlu tutulduğu kişiler aracı sevk ve idare yetkisini haiz sürücü ve araçtaki yardımcı kişilerdir. Sürücünün izniyle aracı kullanan diğer kişiler de bu kapsamdadır. Bu gruba araç işletenin aracını bıraktığı yakınları, aracı kısa süreli kiralayanlar, yine aracı kısa süreli olarak ariyet alan kişiler girerler[43]. Bu keyfiyet KTK’nın 85/5 ve 86/1’inci maddelerinde düzenlenmiştir.
KTK’nın 85/5’inci maddesinde kanun koyucu; “İşleten ve araç işleticisi teşebbüsün sahibi, aracın sürücüsünün veya aracın kullanılmasına katılan yardımcı kişilerin kusurundan kendi kusuru gibi sorumludur.” demektedir. Yine 86/1 maddesinde de “İşleten veya araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibi, kendisinin veya eylemlerinden sorumlu tutulduğu kişilerin kusuru bulunmaksızın ve araçtaki bir bozukluk kazayı etkilemiş olmaksızın, kazanın bir mücbir sebepten veya zarar görenin veya bir üçüncü kişinin ağır kusurundan ileri geldiğini ispat ederse sorumluluktan kurtulur.” hükmünü getirmiştir.
Hatır İçin Taşıma Veya Hatır İçin Araç Kullandırma
Karayolları Trafik Kanunu’nda düzenlenen bir diğer grup da hatır için taşıma veya hatır için araç kullandırma yapanlardır. KTK’nın 87/1’inci maddesinde kanun koyucu; “Yaralanan veya ölen kişi, hatır için karşılıksız taşınmakta ise veya motorlu araç, yaralanan veya ölen kişiye hatır için karşılıksız verilmiş bulunuyorsa, işletenin veya araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibinin sorumluluğu ve motorlu aracın maliki ile işleteni arasındaki ilişkide araca gelen zararlardan dolayı sorumluluk, genel hükümlere tabidir.” Hükmünü ortaya koymuştur. Bu madde kapsamında örneğin bir misafir veya arkadaşı evine götürme, aynı yere gitmekte olan bir kişiyi, bir komşuyu veya otostopçuyu arabaya alma halinde durum böyledir. Aile üyelerinin taşınması hususunda ise hatır için taşımanın söz konusu olmayacağına Yargıtay da kararlarında dikkat çekmiştir. Yargıtay 17’nci Hukuk Dairesi 2012 tarihli bir kararında; “Dava, trafik kazasından kaynaklanan maddi tazminat istemine ilişkindir. Meydana gelen kazada araç sürücüsü I. L. ‘ın annesi U. hayatını kaybetmiş, kardeşi U. L. yaralanmıştır. Trafik hukukuna ilişkin öğretide bu konuda bir kavram birliği olmadığı gözlemlenmekte, ancak “Hatır için ücretsiz taşıma” ve “aracı hatır için ücretsiz kullandırma” tamlamalarının benimsendiği görülmektedir. Hatır taşımaları bir menfaat karşılığı olmadığı cihetle, bu gibi taşımalarda BK.nun 43. maddesi uyarınca tazminattan uygun bir indirim yapılması gerek öğretide gerekse Yargıtay İçtihatlarında benimsenmiş ve yerleşmiş bulunmaktadır. Kazada hayatını kaybeden anne ve kardeşin taşınması aile bireyi olması nedeni ile ücretli taşınması durumuna göre taşınanın değil taşıyanın menfaatinedir. Bu nedenle bu gibi durumlarda hatır taşımasından bahsedilemez. Mahkemece anılan husus gözardı edilerek taşımanın hatır taşıması olduğunun kabulü ile indirim yapılmak suretiyle tazminata hükmedilmesi doğru görülmemiştir.”[44] demek suretiyle bu grubun sorumluluğunu da karara bağlamıştır.
Motorlu Araç İşletenin Sorumluluğunun Koşulları
Motorlu araç işletenin sorumluluğunun temel olarak üç olumlu bir de olumsuz koşulu bulunmaktadır. Bu koşullar tüm sorumlular bakımından aynı niteliktedir.
- Bir zarar doğmuş olmalıdır
Sorumluluğun doğması için öncelikle bir zarar meydana gelmiş olmalıdır. Zarar, ölüm veya vücut bütünlüğünün ihlalinde olduğu gibi, şahsa ilişkin bir zarar ya da bir şeyin tahrip veya kaybedilmesi ya da hasara uğramasında olduğu gibi, eşyaya ilişkin bir zarar olabilir[45]. Zarar gören kişi motorlu araçta bulunan bir yolcu, sürücü yahut işleten olabileceği gibi araçla bir bağlantısı olmayan, araç faaliyetinden dolayı maddi veya manevi bir zarara uğramış üçüncü kişi de olabilir.
Motorlu aracın kendisine gelen hasarlardan dolayı sorumluluk açısından KTK m.87/1’e göre genel hükümlere gidilmesi gerekmektedir. Zira kanun koyucu bu maddede açıkça“…motorlu aracın maliki ile işleteni arasındaki ilişkide araca gelen zararlardan dolayı sorumluluk, genel hükümlere tabidir.” Hükmünü getirmiştir. Maddenin devamında ise kanun koyucu; “Zarar görenin beraberinde bulunan bagaj ve benzeri eşya dışında araçta taşınan eşyanın uğradığı zararlardan dolayı işletenin veya araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibinin sorumluluğu da genel hükümlere tabidir.” Demek suretiyle araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibinin sorumluluğunun da genel hükümlere tabi olduğunu düzenlemiştir.
Bu nokta değinilmesi gereken bir diğer konu da manevi zararların hangi kapsamda değerlendirilmesi gerektiği hususudur. Manevi zararların hangi kapsamda değerlendirileceği hususunda KTK’da açık bir hüküm bulunmamaktadır. KTK’nın 87’nci maddesinde genel hükümlerin uygulanması açısından manevi zararlara yer verilmemiştir. Bu hüküm, manevi zararların da KTK kapsamında olduğu düşüncesini uyandırsa da 90’ıncı maddede, maddi tazminatların biçimi ve kapsamı ile manevi tazminat konusunda TBK’nın haksız fiile ilişkin genel hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Kanunun zamanaşımına ilişkin 109’uncu maddesinde ise yalnızca maddi tazminat istemlerine dikkat çekilmiştir.
- Zarara Bir Motorlu Aracın İşletilmesi Sebep Olmalıdır
KTK’nın 3’üncü maddesinde taşıtın tanımı yapılmıştır. Maddeye göre taşıt; “Karayolunda insan, hayvan ve yük taşımaya yarayan araçlardır. Bunlardan makine gücü ile yürütülenlere “motorlu taşıt” insan ve hayvan gücü ile yürütülenlere “motorsuz taşıt” denir.
İşletilme halinde olma hususu da KTK’nın 85/3’üncü maddesinde, “İşletilme halinde olmayan bir motorlu aracın sebep olduğu trafik kazasından dolayı işletenin sorumlu tutulabilmesi için, zarar görenin, kazanın oluşumunda işleten veya eylemlerinden sorumlu tutulduğu kişilere ilişkin bir kusurun varlığını veya araçtaki bozukluğun kazaya sebep olduğunu ispat etmesi gerekir.” ifadelerine yer verilerek düzenlenmiştir.
- Zarar ile meydana gelen olay arasında uygun illiyet bağı bulunmalıdır
Motorlu aracın işletilmesi veya işletilme halinde olmayan bir aracın sebep olduğu kazada işletenin ya da eylemlerinden sorumlu olduğu kişilerin kusuru yahut araçtaki bozukluk veyahut kazadan sonraki yardım fiili, gerçekleşen zararın uygun sebebi, meydana gelen zarar da bu sebeplerin uygun sonucu olmalıdır. Bu durum da zarar ile meydana gelen olay arasındaki illiyet bağıdır. Burada illiyet bağının doğrudan olması mı gerektiği dolaylı olmasının yetip yetmediği düşünüldüğünde kanaatimizce dolaylı illiyet de yeterlidir[46]. Zira KTK’nın 86/4’üncü maddesinde yer alan; “İşleten ve araç işleticisi teşebbüs sahibi, hakimin takdirine göre kendi aracının katıldığı bir kazadan sonra yapılan yardım çalışmalarından dolayı yardım edenin maruz kaldığı zarardan da sorumlu tutulabilir. Ancak, bu durumda işletici teşebbüs sahibinin sorumlu kılınabilmesi için kazadan kendisinin sorumlu olması veya yardımın doğrudan doğruya kendisine veya araçta bulunanlara yahut kazaya taraf olan üçüncü kişilere yapılması gerekir.” İfadesi bizi bu sonuca yöneltmektedir.
- Olumsuz Koşul: İşletenin Kurtuluş Kanıtı Getirememesi
Sorumluluk bakımından son koşul da işletenin kurtuluş kanıtı getirememesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu olumsuz koşul da KTK’nın 86’ncı maddesinde tanzim edilmiştir. Maddeye göre; “İşleten veya araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibi, kendisinin veya eylemlerinden sorumlu tutulduğu kişilerin kusuru bulunmaksızın ve araçtaki bir bozukluk kazayı etkilemiş olmaksızın, kazanın bir mücbir sebepten veya zarar görenin veya bir üçüncü kişinin ağır kusurundan ileri geldiğini ispat ederse sorumluluktan kurtulur.”
Motorlu bir aracın işletilmesinden doğan zarardan hiçbir kusuru bulunmasa dahi sorumlu olan araç işleten, yalnızca bu maddede belirtildiği üzere bir kurtuluş kanıtı getirmesi halinde sorumluluktan kurtulabilecektir.
Kazanın doğumunda bir kusurun veya araçta bir bozukluğun bulunmadığını sorumluluktan kurtulmak için kanıtlamak zorunda olsa da bu iki durumun varlığı sorumluluktan kurtulmaya yetmez. Bu durum, motorlu araç işletenin sorumluluğunun bir “tehlike sorumluluğu” olmasından kaynaklanır.
İşletenin sorumluluktan kurtulabilmesi için kusuru bulunmadığı ve aracın sağlam olduğu iddialarının yanında aşağıdaki hallerden birinin varlığını kanıtlaması gerekmektedir:
- Kazanın mücbir bir sebepten meydana geldiği
- Kazanın zarar görenin ağır kusurundan meydana geldiği
- Kazanın üçüncü kişinin ağır kusurundan meydana geldiği
Bu noktada mücbir sebep sayılamayacak haller konusunda umulmayan hal ile mücbir sebep arasındaki ayrım, araç işletenin sorumluluğunda önem arz eder. Yol durumundaki olumsuzluk, hava durumundaki ani değişim, aracın önüne çıkan bir hayvan gibi durumlar elbette öngörülemeyecek haller değildir. Aynı zamanda araçtaki teknik arızalar da mücbir sebep kapsamında değerlendirilemeyecektir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2012 tarihli bir kararında “Yukarıda açıklandığı üzere kaza, işletene ait aracın tekerindeki zincirin kırılması ve aracın geriye doğru kayması sonucu meydana gelmiştir. Bu oluş şekli dikkate alındığında artık davalı işletenin sorumluluktan kurtuluş nedenleri olan “kazanın bir mücbir sebepten veya zarar görenin veya bir üçüncü kişinin ağır kusurundan ileri geldiği” hususunun ispat edilmesine gerek kalmamıştır. Çünkü kaza araçtaki bozukluk nedeni ile meydana geldiğine göre işleten artık kusursuz sorumludur.”[47] Biçiminde hüküm kurarak sorumluluğun hangi noktada kusursuz sorumluluk haline geldiğini hükme bağlamıştır.
Nihayet zarar görenin ağır kusurunun bulunduğu hallerde ise bu duruma rağmen işletenin, kendi kusuru veya araçtaki bozukluk nedeniyle sorumlu tutulduğu hallerde, zarar görenin kusuru tazminattan indirim sebebi olarak göz önünde tutulacaktır.
Birden Fazla Kişinin Birlikte Sorumluluğu
Araç işletenin kusursuz sorumluluğunda birden fazla kişinin birlikte sorumluluğu halinde ne olacağı KTK’nın 88’inci maddesinde düzenlenmiştir. Maddeye göre; “Bir motorlu aracın katıldığı bir kazada, bir üçüncü kişinin uğradığı zarardan dolayı, birden fazla kişi tazminatla yükümlü bulunuyorsa, bunlar müteselsil olarak sorumlu tutulur.” Şeklinde bir düzenleme yapılmıştır. Burada kanun koyucu tarafından getirilmiş bir müteselsil sorumluluk hali söz konusudur.
Maddenin ikinci fıkrasında ise zarardan sorumlu kişilerin iç ilişkideki durumlarına değinilmiştir. Maddeye göre; “Birden fazla kişinin sorumlu olduğu durumlarda, bunlar arasındaki ilişki bakımından zarar, olayın bütün şartları değerlendirilerek paylaştırılır. Özel durumlar ve özellikle araçların işletme tehlikeleri, zararın iç ilişkide başka türlü paylaştırılmasını haklı göstermedikçe, işletenler ve araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahipleri kusurları oranında zarara katlanırlar.” denilmiştir.
Yargıtay 17’nci Hukuk Dairesi de 2019 tarihli bir kararında bu hususta; “Davacıların uğradığı zarar tek bir olaydan kaynaklanmakta olup, 2918 sayılı KTK.’nun 88. ve BK.’nun 50. maddesi uyarınca haksız fiile karışanların her biri zarardan müteselsilen sorumludurlar. Davacılar, zararlarını müştereken ve müteselsilen talep edebilecekleri gibi yasanın verdiği müteselsilen talep hakkından açıkça vazgeçerek her bir failin kusuru oranında da talepte bulunabilirler. Davacılar vekili dava dilekçesinde, maddi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.[48]” biçiminde bir hüküm kurmuştur.
Birden Fazla İşletenin Sorumluluğu
Birden çok işleten veya teşebbüs sahibinin birbirine zarar vermesi, sorumlulukların çatışmasına yol açar. Sorumlulukların çatışması, kazaya katılan işleten veya teşebbüs sahiplerinin tamamının zarar görmesi halinde söz konusu olabileceği gibi, sadece birinin zarar görmesi halinde de söz konusu olabilir[49]. Bu hususta zararlar bakımından ayrı ayrı değerlendirme yapmak gerekecektir.
- Bedensel zarardan sorumluluk
Bedensel zarardan sorumluluk KTK’nın 89’uncu maddesinde düzenlenmiştir. Maddeye göre; “Birden çok motorlu aracın katıldığı bir kazada işletenlerden biri bedensel bir zarara uğrarsa, özel durumlar ve özellikle işletme tehlikeleri başka türlü paylaştırmayı haklı göstermedikçe, kazaya katılan araçların işletenleri ve araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahipleri kendilerine düşen kusur oranında, zararı gidermekle yükümlüdürler.” Biçiminde bir düzenleme söz konusudur.
- Şeye ilişkin zarardan sorumluluk
89’uncu maddenin 2’nci fıkrası ise şeye ilişkin zarardan sorumluluğu düzenlemektedir. Fıkrada kanun koyucu; “İşletenlerden ve araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahiplerinden birine ait bir şeyin zarara uğraması halinde, zarar gören, ancak zarar veren işletenin veya araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibinin veya eylemlerinden sorumlu tutulduğu kimsenin kusuru veya geçici olarak temyiz gücünü kaybetmesi veya zarar verene ait araçtaki bir bozukluk yüzünden zararın vuku bulduğunu ispat etmesi halinde zarar veren işleten veya işleticinin bağlı olduğu teşebbüs sahibi tazminatla yükümlü tutulur.” Hükmü ile şeye ilişkin sorumluluğu hüküm altına almıştır.
*Mali sorumluluk sigortası yaptırma zorunluluğu
KTK’nın 91/1’inci maddesi zorunlu sigorta hususunu düzenlemektedir. Fıkrada; “İşletenlerin, bu Kanunun 85 inci maddesinin birinci fıkrasına göre olan sorumluluklarının karşılanmasını sağlamak üzere mali sorumluluk sigortası yaptırmaları zorunludur.” denilmek suretiyle zorunlu bir sigortaya yer verilmiştir.
*Sigortacıya başvurma hakkı
KTK’nın 91’inci maddesinde zorunlu sigortayı düzenleyen kanun koyucu 97’nci maddede de sigortacıya başvurma hakkına yer vermiştir. 97’nci maddedeki; “Zarar görenin, zorunlu mali sorumluluk sigortasında öngörülen sınırlar içinde dava yoluna gitmeden önce ilgili sigorta kuruluşuna yazılı başvuruda bulunması gerekir. Sigorta kuruluşunun başvuru tarihinden itibaren en geç 15 gün içinde başvuruyu yazılı olarak cevaplamaması veya verilen cevabın talebi karşılamadığına ilişkin uyuşmazlık olması hâlinde, zarar gören dava açabilir veya 5684 sayılı Kanun çerçevesinde tahkime başvurabilir.” biçimindeki düzenleme zarar görenin sigortacıya başvurma hakkını düzenlemektedir.
KAYNAKÇA
- AKINTÜRK Turgut: Borçlar Hukuku Genel Hükümler – Özel Borç İlişkileri, Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş. İstanbul, 2007, Genişletilmiş On Üçüncü (21.) Baskı.
- ANTALYA Osman Gökhan: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 2019, Ankara, Cilt V/1,2, 2. Baskı.
- AYAN Mehmet: Borçlar Hukuku (Genel Hükümler), Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2016, 11. Baskı.
- BAŞOĞLU Başak: Sözleşme Dışı Kusursuz Sorumluluk Hukuku Ve Özellikle Tehlike Sorumluluğuna İlişkin Değerlendirmeler, İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Cilt:6 Sayı 2 Yıl 2015.
- DOĞAN Murat / ŞAHAN Gökhan / ATAMULU İsmail: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2021, 2. Baskı.
- EREN Fikret: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Yetkin Yayınları, 2015, Ankara, 18. Baskı.
- KAYAR İsmail: Borçlar Hukuku Genel Hükümler – Özel Borç İlişkileri, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2019, 11. Baskı.
- KAYIHAN Şaban / ÜNLÜTEPE Mustafa: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2018, 6. Baskı.
- KILIÇOĞLU Ahmet M: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Turhan Kitabevi, Ankara, 2014, 18. Baskı.
- KORKUSUZ Halit: Tehlike Sorumluluğunun Hukukumuzdaki Yeri, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt:15-16, Sayı:22-23-24-25, Yıl:2010-2011.
- NART Serdar: Ayırt Etme Gücünden Yoksun Kimselerin Hukuki Sorumluluğu (Hakkaniyet Sorumluluğu), Doktora Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir-2007.
- YILMAZ Süleyman: Türk Borçlar Kanunu Tasarısında Sebep Sorumluluklarına İlişkin Yeni Hükümler, AUHFD, 59 (3) 2010: 551-578.
- OĞUZMAN Kemal / ÖZ Turgut: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2020, 15. Bası.
- KARAOSMANOĞLU Dila: Adam Çalıştıranın Sorumluluğu (TBK M.66), Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk Anabilim Dalı, Ankara, 2019
- NAİMİ Tuğba Aytekin: Bina ve Yapı Eseri Malikinin Sorumluluğu (B.K.m.58), Yüksek Lisans Tezi, Doğu Akdeniz Üniversitesi, Gazimağusa, Kuzey Kıbrıs, Nisan-2011.
- KARANFİL Sinan: Yapı Malikinin Sorumluluğu, Kadir Has Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul-2016.
[1] Makalenin Dergiye Geliş Tarihi: Kasım – 2021.
[2] HGK., E. 2014/1334 K. 2016/1067 T. 16.11.2016
[3] Ahmet M. KILIÇOĞLU; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Turhan Kitabevi, Ankara, 2014, 18. Baskı, s.318.
[4] HGK., E. 2017/124 K. 2019/657 T. 13.6.2019
[5] Turgut AKINTÜRK; Borçlar Hukuku Genel Hükümler – Özel Borç İlişkileri, Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş., İstanbul, 2007, Genişletilmiş On Üçüncü (21.) Bası, s.87.
[6] Yargıtay 21. H.D., E. 2018/32 K. 2019/1495 T. 28.2.2019
[7] KILIÇOĞLU, s.319
[8] AKINTÜRK, s.88
[9] Osman Gökhan ANTALYA; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Cilt V/1,2, Seçkin Yayınevi, 2019, Ankara, 2. Baskı, s.57
[10] Murat DOĞAN / Gökhan ŞAHAN / İsmail ATAMULU; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2021, 2. Baskı., s.213
[11] Fikret EREN; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Yetkin Yayınları, 2015, Ankara, 18. Baskı, s.615.
[12] Serdar NART; Ayırt Etme Gücünden Yoksun Kimselerin Hukuki Sorumluluğu (Hakkaniyet Sorumluluğu), Doktora Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir-2007
[13] EREN, s.616
[14] NAİMİ, s. 17
[15] EREN, s.617
[16] EREN, s.617
[17] KARAOSMANOĞLU, s. 70
[18] M. Kemal OĞUZMAN/ Turgut ÖZ; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2020, C.2, s.140.
[19] OĞUZMAN/ÖZ, s.142
[20] OĞUZMAN/ÖZ, s.143
[21] EREN, s.620
[22] OĞUZMAN/ÖZ, s. 144
[23] OĞUZMAN/ÖZ, s.147
[24] OĞUZMAN/ÖZ, s. 152.
[25] KARAOSMANOĞLU, s. 18
[26] OĞUZMAN/ÖZ, s. 152
[27] EREN, s. 630
[28] OĞUZMAN/ÖZ, s. 176
[29] OĞUZMAN/ÖZ, s. 172
[30] KILIÇOĞLU, s.320.
[31] ANTALYA, s.452.
[32] ANTALYA, s.459.
[33] EREN, s.669.
[34] KILIÇOĞLU, s.374.
[35] 17. HD., E. 2014/5918 K. 2015/14998 T. 24.12.2015
[36] EREN, s.682.
[37] KILIÇOĞLU, s.377.
[38] KILIÇOĞLU, s.381.
[39] ANTALYA, s.472.
[40] KILIÇOĞLU, s.379-380.
[41] EREN, s.684.
[42] KILIÇOĞLU, s.383.
[43] KILIÇOĞLU, s.388.
[44] 17. HD., E. 2011/7422 K. 2012/6339 T. 17.05.2012
[45] EREN, s.673.
[46] EREN, s.678.
[47] HGK., E. 2012/107 K. 2012/326 T. 30.5.2012
[48] Yargıtay 17. H.D., 2016/3559 E., 2019/1109 K. 07.02.2019 T.
[49] EREN, s.710.