BORCUN VEYA BORÇ İLİŞKİSİNİN SONA ERMESİ[1]
Av. Nihan ŞEFKATLİOĞLU – Kıd. Av. Onur GÜNERİ LL.M.
BORÇ VE BORÇ İLİŞKİSİ KAVRAMLARI
1.Genel Olarak:
Borç ve borç ilişkisi kavramları, Türk Borçlar Kanunu’nda (“TBK”) tanımlanmamıştır. Kanun koyucu bu kavramları tanımlamak yerine, bunların bilindiği varsayımından hareket etmiştir. Bununla birlikte, TBK’da borç ve borç ilişkisi kavramları ilke olarak, Roma Hukuku ile Ortak hukukta geliştirilen borç ve borç ilişkisi kavramlarına dayanır[2]. Roma Hukuku’ndan günümüze kadar gelen “borç” ve “borç ilişkisi” kavramları, doktrinde çeşitli ayrımlara tâbi tutularak tanımlanmaya çalışılmıştır.
2. Borç Kavramı:
Borç kavramının doktrinde “dar anlamda borç” ve “geniş anlamda borç” olmak üzere, ikili bir ayrıma tabi tutularak açıklandığı görülmektedir[3]. Alacaklının borçludan istemeye yetkili olduğu, borçlunun da yerine getirmek zorunda bulunduğu bir tek edimi, yani bir tek alacak veya borcu içeren hukuki ilişkiye “borç” veya “dar anlamda borç ilişkisi” denir[4]. Buradan hareketle borcun, dar anlamda borç ilişkisi anlamına geldiği ve borç ilişkisinden doğan bir tek alacak hakkını ifade ettiği söylenebilir.
Benzer şekilde, bazı yazarlar tarafından “geniş anlamda borcun”, borç ilişkisi anlamına geldiği de savunulmaktadır. Buna göre geniş anlamda borç, alacaklı ve borçlu diye isimlendirilen iki taraf arasında doğmuş veya kurulmuş olan hukuki bir bağı ifade eder ve buna borç ilişkisi denir[5].
Buradan hareketle “borç” ve “borç ilişkisi” kavramlarının sıklıkla, birbirlerini tanımlamak için kullanıldıkları görülmektedir.
3.Borç İlişkisi Kavramı:
Borç ilişkisi, alacaklı ile borçlu arasında bir veya daha çok alacak hakkı ile bazı ikincil hakları ve borçları içeren bir hukuki ilişkidir[6]. Bir başka tanıma göre borç ilişkisi, iki taraf arasında kurulan ve taraflardan birini (borçluyu), diğerine (alacaklıya) karşı belli bir davranış biçiminde (edimde) bulunmakla yükümlü kılan hukuki bir bağdır[7].
Bu tanımlardan da anlaşılacağı üzere borç ilişkisi kavramı, borç kavramına göre daha geniş kapsamlıdır. Borç ilişkisi, alacaklı ile borçlu arasında mevcut, “sürekli bir çerçeve ilişki”dir. Bu anlamda borç ilişkisi, bir “organizma” veya bir “doku” ya da “zaman içinde cereyan eden bir süreç” veya dar anlamdaki borçları doğuran bir “kaynak” olarak nitelendirilebilir[8].
4. Borç ve Borç İlişkisi Kavramlarının Sona Erme Yönünden Farkları:
Yukarıda çeşitli tanımlarına yer verilen borç ve borç ilişkisi kavramları, aynı kaynaktan hareketle tanımlansalar da temel olarak; doğum anları, kapsamları, devir ve sona erme yönünden farklılıklar gösterirler. İşbu çalışma kapsamında “Borcu Sona Erdiren Haller” inceleneceğinden, sona erme yönünden borç ve borç ilişkisi kavramları arasındaki farklara da yer verilmiştir.
Aşağıda ayrıntılı olarak açıklanacağı üzere borç; ifa, ibra, yenileme, takas, alacaklı ve borçlu sıfatlarının birleşmesi, ifanın sonradan kusursuz olarak imkânsız hale gelmesi ve zamanaşımı gibi sebeplerle sona ererken, borç ilişkisi ancak bozma, ortadan kaldırma sözleşmesi (ikale), taraflardan birinin ölmesi, ayırt etme gücünü kaybetmesi, iflas etmesi, öngörülen sürenin gelmemesi, fesih, dönme, geri alma, iptal ve bütün bireysel borçların ifa edilmesi ile sona erer[9].
Sona erme sebebine göre, borç ilişkisi sona erdiği halde borç devam ediyor olabilir. Örneğin kira sözleşmesi taraflarca feshedildikten sonra, taraflar arasında bulunan borç ilişkisi sona ererken; kiracı, kiralananı kiraya verene iade etme borcu altına girer[10].
BORCU SONA ERDİREN HALLER
1. Genel Olarak
6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 132 ile 161’inci maddeleri arasında borcu sona erdiren haller tanzim edilmiştir. Kanun koyucu Kanunun 132’nci maddesinde ibrayı; 133 ve 134’üncü maddesinde yenilemeyi (tecdid); 135’inci maddesinde alacaklı ve borçlu sıfatlarının birleşmesini; 136 ila 138’inci maddelerinde ifa imkansızlığını, 139 ila 145’inci maddelerinde takası ve son olarak 146 ila 161’inci maddelerinde de zamanaşımını düzenlemiştir. Ancak işbu düzenlemeler borç ilişkisini sona erdiren tüm halleri kapsamamaktadır. Örneğin borç ilişkisini sona erdiren sebeplerin başında ifa gelmektedir. Zira ifa; olağan yaşamın akışı içerisinde borç ilişkisini sona erdiren sebepler arasında en sık görülenidir. Bir diğer yandan borcu sona erdiren sebepler arasında olan, alacaklının temerrüdünde borçlunun tevdi yetkisi gibi bir kısım borcu sona erdiren sebepler de burada tanzim edilmemiştir. Bu tespitten de açıkça anlaşılabileceği üzere; 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 132 ila 161’inci maddeleri arasında va’z edilen borç ilişkisini sona erdiren sebepler, borcu sona erdiren sebeplerin tamamını kapsamamaktadır.
Bir diğer yandan bu noktada önemle belirtmek gerekir ki; borcu sona erdiren sebeplerin tamamının bir çatı altında toplanması da oldukça güç olduğu gibi, borcu sona erdiren sebeplerin çok farklı biçimlerde ortaya çıkması da bir konu bütünlüğünün sağlanamamasına yol açabilecektir. Bu bağlamda çalışmamızda borcu ve özellikle borç ilişkisini sona erdiren ve en sık rastlanılan genel sebeplere; bir başka deyişle geniş anlamda borcu sona erdiren sebeplere ve akabinde de dar anlamda borcu sona erdiren (TBK’nın 132 ila 161’inci maddesinde hüküm altına alınan) sebeplere yer verilmiştir.
Her ne kadar kanun koyucu tarafından borcu sona erdiren sebepler arasında zamanaşımına da yer verilmiş ise de hem zamanaşımının niteliği itibarı ile bir borcu eksik borcu dönüştürmüş olması bir başka ifade ile gerçek anlamda bir sona ermeden söz edilemeyeceği[11] hem de zamanaşımının niteliği itibarı ile müstakil bir çalışma konusu olarak incelenmesi gereken bir borçlar hukuku meselesi olması itibarı ile çalışmamızda zamanaşımına yer verilmemiştir.
2. Geniş Anlamda Borcun Sona Ermesi
2.1. Genel Olarak
Geniş anlamda borçtan amaç yukarıda da ifade ettiğimiz üzere borç ilişkisidir. Borç ilişkisini kuran en önemli kaynak ise sözleşmedir[12]. Her sözleşme taraflar arasında “sözleşme ilişkisi” yahut “akdi münasebet” adı altında bir hukuki ilişki meydana getirir. İşbu sözleşme ilişkisini sona erdiren sebeplerin başlıcaları ise; “ifa”, “bozma sözleşmesi (ikale)”, “fesih”, “dönme”, “geri alma” ve “iptal” olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ancak kimi borç ilişkilerinde bu geniş anlamda borç ilişkisini sona erdiren sebeplere başkaca sebepler de eklenebilecektir. Örneğin borç ilişkisini oluşturan taraflardan birinin ölmesi kural olarak sözleşme ilişkisini sona erdirmeyecek, ölen tarafın yerine mirasçıları geçecektir. Ancak yalnızca kişiye bağlı edimler ile ifa edilebilecek sözleşmelerde edimi yerine getirecek tarafın ölmesi o sözleşme ilişkisini sona erdirecektir[13]. Örneğin bir kolye tasarlaması üzerine bir tasarımcı ile akdedilen sözleşmede tasarımcının ölmesi o sözleşme ilişkisini sona erdirecektir. Zira kişiye bağlı edimlerin mirasçılara geçmesi söz konusu değildir.
2.2. İfa:
TBK’nın, “Borçların ve Borç İlişkilerinin Sona Ermesi, Zamanaşımı” konularını düzenleyen üçüncü bölümünün, “Sona Erme Halleri” başlıklı birinci ayrımında sayılmamış olsa da ifa, borcu sona erdiren en doğal sebeptir. Zira bir borç ilişkisinde esas, tarafların karşılıklı olarak yükümlülüklerini yerine getirmeleridir.
TBK’nın diğer bölümlerinde de ifa kelimesinin tanımı yapılmamıştır. İfa, borçlanılan edimin tam ve doğru bir şekilde yerine getirilmesi, alacaklının tatmin edilerek borcun sona erdirilmesidir[14]. Bu nedenle, “tam ve gereği gibi yerine getirme” anlamına gelen ifa, borcu sona erdiren sebeplerden bir tanesidir.
TBK’da ifa yerine “ödeme” sözcüğünün kullanıldığı da görülmektedir[15]. Ancak ödeme sözcüğü, ifaya göre daha dar kapsamlı olup, yalnızca para borçlarının ifası için kullanılmaktadır[16].
İfa ile ise, borcun türüne bakılmaksızın yerine getirilmesi ve ortadan kaldırılması amaçlanmaktadır. Dolayısıyla ifa edilen bir borç tamamlanmış olur, alacaklı alması gerekeni alır ve borç ilişkisi amacına ulaşmış olur[17].
İfa ile kural olarak borç ilişkisi değil, dar anlamdaki borç sona erer. Sürekli yahut dönemlik bir borç ilişkisinde yapılan ifa, tekil bir borcu sona erdirirken borç ilişkisi devamlılığını korur. Örneğin konut veya çatılı işyeri için yapılan bir kira sözleşmesinde, o aya ilişkin kira borcunun ödenmesi, kira ilişkisini ve dolayısıyla da borç ilişkisini ortadan kaldırmaz. Yahut bir hizmet sözleşmesi kapsamındaki bir çalışanın, o aylık çalışmasının karşılığını ödeyen işverenle çalışan arasındaki hizmet ilişkisi ve dolayısıyla da borç ilişkisi devam eder.
Buna karşılık ani edimli borç ilişkilerinde ifa ile borç ilişkisi de sona erecektir. Örneğin tek seferlik bir borca ilişkin borcun tamamını karşılayacak şekilde bir paranın ödenmesi, bir eser sözleşmesi ile yüklenilen bir eserin inşası gibi durumlarda ifa ile borç ilişkisi de ortadan kalkar[18].
2.2.1. Erken İfa:
TBK m. 90 uyarınca bir borç kural olarak doğumu anında muaccel olur. Bir borcun ifası ise, borcun muacceliyeti ile mümkün olacaktır. Borcun vadeye bağlanması halinde sürenin dolması ve borçlunun temerrüde düşürülmesi halinde borç muaccel hale gelecektir. Ancak borçlu kural olarak, borçlandığı edimi, muaccel olmadan da ifa edebilir. Bir borcun muacceliyetinden önce ödenmesine erken ifa denilmektedir[19].
TBK madde 96’da borçlunun vaktinden önce ifa yetkisi düzenlenmiştir. Buna göre, “Sözleşmenin hükümlerinden veya özelliğinden ya da durumun gereğinden tarafların aksini kastettikleri anlaşılmadıkça borçlu, edimini sürenin sona ermesinden önce ifa edebilir…”. Madde hükmüne göre sözleşme hükümlerinden, sözleşmenin özelliğinden yahut durumun gereğinden aksi anlaşılmadıkça erken ifa mümkün olacaktır.
Erken ifanın istisnaları Kanun’da sayılmıştır. Buna göre belli hallerde borçlu erken ifada bulunamayacaktır:
–Sözleşme hükümleri ve niteliği: Sözleşme konusu borç, belirli bir vadeye bağlanmışsa, borçlu bu vade tarihinden önce ifada bulunamayacaktır. Kesin vadeli sözleşmelerde durum böyledir[20]. Örneğin bir düğünde misafirlere ikram etmek amacıyla bir pastacı ile anlaşıldığında, pastacı sözleşme konusu pastayı belirlenen günde teslim etmekle yükümlü olacaktır. Pastacının belirlenen günden önce pastayı hazırlayarak teslim etmesi halinde, alacaklı vaktinden önce yapılan bu ifayı reddedebilecektir.
–Durumun gereği: Bazı borç ilişkilerinde durumun gereği ve somut olayın özelliği de erken ifaya imkân vermeyebilir. Örneğin kış ayında teslim edilmesi gereken odun, kömür gibi yakacak malzemelerinin alacaklıya yaz ayında teslim edilmesi halinde, alacaklının bunları muhafaza etmesi gerekecektir[21]
–Kanun hükümleri: Bazı kanun hükümleri alacaklıya erken ifayı reddetme hakkı verir. Bu durumlarda borçlunun erken ifası borcu ortadan kaldırmayacaktır. Örneğin TTK m. 710/1 hükmüne göre, borçlunun poliçe borcunu vaktinden önce ifa etmek istemesi halinde alacaklının bunu ret hakkı vardır[22].
Yukarıda ifade edilen istisnai haller dışında, kural olarak, borçlunun erken ifası da borcu ortadan kaldıracaktır.
2.2.2.İfanın İspatı:
Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere ifa, borcu sona erdiren ve borçluyu borcundan kurtaran bir olaydır. İfa, borçluyu borcundan kurtaran bir olay olduğu için, ifanın yapıldığını ispat yükü de borçluya düşmektedir. Buna göre ifayı ispat edemeyen borçlu, daha önce edimini yerine getirmiş olsa dahi, yeniden ifaya mecburdur[23].
2.3. Bozma Sözleşmesi (İkale)
Anayasal bir hak olan sözleşme özgürlüğünün (sözleşme serbestisi) bir diğer görünümü de akdedilen sözleşmeyi ve borç ilişkisini ortadan kaldırmadır. Ancak tarafların bu anlamda akdettikleri bir sözleşmeyi ortadan kaldırabilmeleri için yeni bir sözleşme akdetmeleri gerekir ki bu sözleşmenin adı bozma (ikale) sözleşmesidir. Klasik Roma Hukuku’ndan gelen ve Türk Borçlar Kanunu’nda da herhangi bir tanımı bulunmadığından isimsiz sözleşme olarak nitelenen bozma sözleşmesi; “Taraflar arasındaki borç ilişkisinin ve özellikle sözleşmenin, taraf iradeleri ile kısmen veya tamamen ortadan kaldırılması amacıyla yapılan sözleşme” olarak tanımlanabilir[24].
Bozma sözleşmelerinin borç ilişkilerini sona erdiren sebepler arasında özellik arz eden bir yeri bulunmaktadır. Borç ilişkilerini sona erdiren sebeplerden yalnızca bozma sözleşmesi tarafların karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanları ile borç ilişkisini sona erdirmektedir[25]. Bunun sebebi ise bozma sözleşmesinin hukuki niteliği itibarı ile bir borçlandırıcı işlem değil tasarruf işlemi olmasıdır[26].
Bozma (ikale) sözleşmesinin bir diğer önem arz özelliği ise, sona erdirilmek istenen borç ilişkisinin ferisi niteliğinden olmadığından borç ilişkisi bir şekil şartına bağlı olsa dahi bozma sözleşmesinin herhangi bir şekil şartına bağlı olmamasıdır[27]. Ancak burada da yine ispat hukuku bakımından doğabilecek sakıncalar açısından bozma sözleşmesinin de yazılı olarak akdedilmesi faydalı olacaktır.
2.4. Fesih
Bir sözleşmenin taraflarından birinin tek taraflı yöneltilmesi gereken bir irade beyanı ile sürekli borç ilişkisini ileriyle etkili olarak sona erdirmesine fesih denilmektedir[28]. Fesih sürekli borç ilişkilerini doğrudan doğruya etkileyip karşı tarafın hukuki sonucun doğmasına herhangi bir şekilde katılması gerekmeden borç ilişkisini sona erdirmesi nedeniyle “bozucu yenilik doğuran işlem”[29] olarak, fesih beyanı ise “bozucu yenilik doğuran irade beyanı” olarak karşımıza çıkmaktadır. Yine bu meyanda tüm yenilik doğuran irade beyanlarında olduğu gibi fesih beyanı da bir şarta tabi tutulamayacağı gibi kullanıldıktan sonra da geri alınamayacaktır[30].
Fesih beyanı açık veya örtülü bir irade beyanı ile yöneltilmesinin önünde bir engel bulunmamaktadır. Fesih beyanının geçerli olabilmesi için; güven nazariyesi çerçevesinde beyan muhatabının dürüstlük kuralı gereğince somut şartları da gözeterek beyana vermesi gerekli olan anlamdan fesih iradesini anlaması yeterli olacaktır[31].
Sözleşme ilişkisinin feshi kanundan yahut sözleşmeden kaynaklanabilir. Kanundan kaynaklanan feshe ise kira sözleşmeleri ve hizmet sözleşmeleri bakımından Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenen fesih hükümleri örnek gösterilebilecektir.
Doktrinde fesih olağan ve olağanüstü fesih olmak üzere ikiye ayrılmaktadır[32]. Süreli fesih olarak da adlandırılan olağan fesih; ifa edilmekte olan ifa süresiz belirsiz bir sürekli borç ilişkisin, taraflardan birinin bir sebebe dayanmaya gerek olmaksızın tek taraflı olarak sona erdirilmesi olarak tanımlanmaktadır[33]. Bir diğer yandan belirtmek gerekir ki; olağan fesihte fesih beyanı muhataba ulaştıktan belirli bir süre sonra sözleşme ilişkisi ortadan kalkmaktadır. Örneğin belirli süreli ve sürekli edimli bir sözleşmenin içerisinde yazılı “Taraflar sözleşme süresinin bitiminden 15 gün önce bildirimde bulunmadıkları takdirde sözleşme aynı koşullarla yenilenecektir.” maddesine binaen sözleşmenin taraflarından birinin sözleşme süresinin bitiminden 15 gün önce yönelttiği fesih beyanı ancak sözleşme süresi sona erdiğinde sözleşmeyi ortadan kaldıracaktır. Süresiz fesih adı da verilen olağanüstü fesihte ise; olağan feshin aksine, fesih irade beyanı muhatabına ulaşmakla hüküm ve sonuçlarını doğurmaktadır. Bir işçinin haklı sebebe dayanarak iş akdini sona erdirmesine yönelik istifa mektubunu çalıştığı işletmeye sunması bu duruma örnek olarak verilebilecektir.
Nihayet önemle altı çizilmek gerekir ki; feshin olağan yahut olağanüstü fesih olmasına bakılmaksızın fesih daima ileriye etkili sonuç doğurmakta olup, feshedilmiş bir sözleşmede fesihten önce doğmuş bulunan alacak ve borçlar fesihten sonra da varlıklarını ve geçerliliklerini korurlar[34].
2.5. Dönme
Borç ilişkisini sona erdirme sebeplerinden bir diğeri de dönmedir. Dönme; ani edimli borç ilişkilerinde taraflardan birine tanınan kanun ya da sözleşme ile tanınmış sürelerde ya da belirtilen usulle sözleşmeden doğan borç ilişkisini geçmişe etkili olarak sona erdirme hakkı olarak tanımlanabilecektir[35]. Dönme hakkı, hak sahibinin tek taraflı, varması gerekli irade beyanıyla kullanılır ve hak kullanıldıktan sonra da geri alınamaz[36].
Dönme; sözleşmede saklı tutulmuş[37] yani iradi dönme ve kanuni dönme[38] olarak ikiye ayrılmaktadır. Örneğin cayma parası ile bir ceza koşulu türü olan dönme cezası, sözleşmede saklı tutulan (iradi) dönme olarak ifade edilecektir[39]. Kanuni dönmeye örnek olarak ise, borçlunun temerrüdü halinde alacaklıya 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 125’inci maddesi uyarınca tanınmış olan dönme hakkı ile yine TBK’nın 110’uncu maddesinde borçluya tanınmış bulunan sözleşmeden dönme hakkı verilebilir.
2.6.Geri Alma
Sözleşme ilişkisini sona erdiren sebeplerin bir diğeri de geri almadır. Geri alma, şartları ve sonuçları itibarı ile kısmen feshe kısmen de dönmeye benzemektedir[40]. Geri almada örneğin ticari işletmesini 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 295 ve devamı maddelerine göre bağışlayan bir kimsenin tek taraflı ve varması gereken bir irade beyanıyla bağışlamasını geri alması mümkündür.
Bağışlamanın geri alınması sonucunda ticari işletmesini devreden kimse, devrettiği ticari işletmesini ancak sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre isteyebilecektir[41]. Sebepsiz zenginleşmede, zenginleşenin iyiniyetli veya kötüniyetli olması geri verme borcunun veya iade sırasında hangi masrafların istenebileceğinin sınırlarını belirlemektedir[42]. İyiniyetli devralan, zenginleşmenin geri istenmesi halinde elinden çıkmış olduğunu ispat ettiği kısmın geri kalanını vermekle yükümlü iken (TBK m. 79/1), kötüniyetli olarak devralan ise zenginleşmenin tümünü geri vermek zorundadır (TBK m. 79/2). Diğer yandan iyiniyetli devralan geri verme zamanında geri istenen şeyin mevcut bulunmadığını ispat ettiği takdirde ise iyiniyet tüm kusurları yok ettiğinden artık geri vermeye yer bulunmamaktadır[43]. Bu noktada önemle belirtilmesi gerekir ki; devredenin geri alma hakkını, geri almaya sebep teşkil edecek hususu öğrendiği günden itibaren en geç bir yıl içerisinde kullanması gerekmektedir (TBK m.297/1). Aksi halde geri alma hakkı ileri sürülemeyecektir.
Bu noktada bağışlama sözleşmesinin özellik arz eden yüklemeli (mükellefiyetli) bağışlama türüne de değinmek gerekecektir. Yüklemeli bağışlama Türk Borçlar Kanunu’nun 291’nci maddesinde düzenlenmiştir. Maddeye göre; bağışlayan, bağışlamasına yüklemeler koyabilecektir.
Ancak bağışlayan, bağışlanana ivazsız bir kazandırmada bulunduğundan, yaptığı kazandırmayla birlikte belirli bir edimi yerine getirmeye veya belirli bir eylemden kaçınmaya yönelik bağışlananın menfaatine olmayan bir yükümlülüğü, bir karşı edim oluşturmayacak şekilde bağışlanana yüklemelidir[44]. Aksi takdirde bu durum bir ivaz teşkil eder. Yapılan sözleşme de bağışlama sözleşmesi niteliğini yitirir.
2.6.İptal
Sözleşmenin iptali, iptal edilebilirlik sebeplerinden birinin[45] gerçekleşmesi ile mümkün olur. İrade sakatlığı ve gabin sebeplerinden biriyle geçerliliği askıda olan hukuki işlemlerde iradesi sakatlanan ya da kendisinden aşırı yararlanılan kişi, yasada tanınan süre içerisinde beyanıyla işlemi iptal edebilecektir[46]. İptalin niteliği ise; sözleşme ilişkisini geçmişe etkili olarak ortadan kaldıran, varması gerekli bir irade beyanı ile sonuçlarını doğuran, tek taraflı ve bozucu yenilik doğuran bir hak olarak karşımıza çıkmaktadır[47].
3. Dar Anlamda Borcun Sona Ermesi
3.1.Genel Olarak:
Dar anlamda borcun; alacaklının borçludan istemeye yetkili olduğu, borçlunun da yerine getirmek zorunda bulunduğu bir tek edimi içeren hukuki ilişki olduğu yukarıda ifade edilmişti[48].
Bu bakımdan dar anlamda borcun sona ermesinin, borç ilişkisinden bağımsız olarak, borcu sona ermesi anlamına geldiği söylenebilir.
TBK madde 132 ile 161 arasında, borcu sona erdiren sebepler düzenlenmiştir. Bunlar; ibra, yenileme, alacaklı ve borçlu sıfatlarının birleşmesi, ifa imkânsızlığı, takas ve zamanaşımıdır. Bu sebepler arasına borcun en doğal sona erme şekli olan “ifa”yı da eklemek gerekir[49].
3.2.Dar Anlamda Borcu Sona Erdiren Sebepler:
Dar anlamda borcu sona erdiren sebepler, aşağıda ayrıntılı bir biçimde incelenecektir. Bunlar sırasıyla; borcun yenilenmesi, alacaklı ve borçlu sıfatlarının birleşmesi, ibra, takas, zamanaşımı ve borçlunun sorumlu olmadığı sonraki imkânsızlıktır.
3.3.Borcun Yenilenmesi:
Borcun yenilenmesi, borcu sona erdiren hallerden bir tanesidir. Burada mevcut bir borcun yerine yenisinin geçmesi ise eski borcun sonlandırılması söz konusudur. Yenileme yoluyla borçlu eski borcundan kurtulur fakat tarafların anlaşması ile yeni bir borç altına girer. Bu halde alacaklı da eski alacağından vazgeçerek yeni bir alacak elde etmektedir[50].
TBK m. 133-134’te düzenlenen yenileme, Alman hukukunun aksine borç ilişkisini değil, ilke olarak dar anlamda borcu sona erdirir[51].
Borcun yenilenmesi için alacaklı ve borçlunun bu konudaki mutabakatı gerekir. Buna doktrinde “yenileme sözleşmesi” denilmektedir. Bu sözleşmede taraflar, eski borcun yerine yenisinin geçmesi iradelerini ortaya koyarlar. Bir borcun anılan şekilde yenilenebilmesi için aranan şartlar şunlardır:
3.3.1. Eski tarihli bir borcun mevcudiyeti:
Yenilemenin şartlarından ilki, eski bir borcun mevcudiyetidir. Zira bir yenilemeden söz edebilmek için ortada öncelikle eski tarihli bir borç olmalıdır. Bu borcun kaynağı önem arz etmemektedir. Haksız fiilden doğmuş olabileceği gibi, sözleşmeden de doğmuş olabilir. Borcun kaynağı yenileme bakımından özellik arz etmese de, söz konusu borcun geçerli olarak kurulmuş olması gerekir. Eğer eski borç halihazırda geçerli değilse, borcun yenilenmesi söz konusu olamaz[52].
Doktrinde eksik borçların yenilenebileceği savunulurken, kumar ve bahisten doğan borçların geçerli olarak kurulmuş olmamaları nedeniyle yenilenemeyeceği savunulmaktadır[53].
3.3.2. Yeni bir borcun kurulması:
Yenilemenin ikinci şartı, yeni ve geçerli bir borcun kurulmasıdır. Bu kapsamda borçlunun “yenileme sözleşmesi” ile yeni bir edim üstlenmesi ve böylece yeni bir borcun meydana gelmesi gerekir. Kurulan yeni borç hukuka ve aykırı olmamalıdır.
Yenileme ancak eski borç ile yeni borcun hukuki sebeplerinin birbirlerinden farklı olması halinde mümkün olur. TBK m. 13 uyarınca, bir borcun içeriğinin değiştirilmesi yenileme değildir. Her iki borcun sebebi aynı ise yenilemeden söz edilemez[54].
3.3.3. Tarafların yenileme iradesi:
Son olarak, borcun yenilenmesinden söz edebilmek için, tarafların eski borcun yerine geçecek yeni bir borç kurma iradesine sahip olmaları gerekir. Yenileme iradesinin açık ve kesin olmasının gereği, TBK m. 133/1 hükmünde, “Yeni bir borçla mevcut bir borcun sona erdirilmesi, ancak tarafların bu yöndeki açık iradesi ile olur.” şeklinde ifade edilmiştir.
Eski borcun yenilenmesi, alacaklı bakımından nitelik itibariyle bir tasarruf işlemidir. Zira yenileme ile eski borç sona erecektir. Bu nedenle alacaklının eski alacak üzerinde tasarruf yetkisini haiz olması gerekmektedir[55].
3.3.4.Yenilemenin Hukuki Sonuçları:
Yenileme ile eski borç ortadan kalkar ve yerine yeni borç geçer. Bu yeni borç eskisinden tamamen bağımsızdır. Bu nedenle eski borca bağlı olan itiraz ve def’iler yeni borç bakımından ileri sürülemez. Yeni borç ile birlikte zamanaşımı yeniden işlemeye başlayacaktır[56].
Aynı şekilde, eski borca bağlı faiz, ceza koşulu, rehin gibi yan haklar da artık ileri sürülemez. Bunun tek istisnası cari hesaba bağlı yenilemelerdir. TBK m. 134/3 hükmü uyarınca cari hesabın kesilerek bakiyenin kabul edilmesi ile gerçekleşen yenilemede, hesap kalemlerinden biri için verilen güvence sona ermez, bakiye için bu güvence devam eder. Burada eski borca bağlı yan haklar, itiraz ve defiler, yeni borç için de devam eder[57].
3.4.Alacaklı ve Borçlu Sıfatlarının Birleşmesi:
Bilindiği üzere bir borç ilişkisinde kural olarak alacaklı ve borçlu olmak üzere iki taraf bulunur. Ancak borç ilişkisinin kurulmasından sonra “alacaklı” ve “borçlu” sıfatlarının çeşitli sebeplerle tek bir kişide birleşmesi söz konusu olabilir. Bu halde alacaklı ve borçlu sıfatlarının tek bir kişide birleşmesi nedeniyle taraflar arasındaki borç sona erer. Örneğin aralarında alacak-verecek ilişkisi bulunan iki işletmenin birleşmesi halinde alacaklı ve borçlu sıfatları tek bir tüzel kişilikte toplanacağı için borcun sona ermesi gerekecektir[58].
Alacaklı ve borçlu sıfatlarının birleşmesi halinde bir kişi aynı borcun hem alacaklısı hem de borçlusu haline gelir. Bir kişinin kendi kendine borcunun olması düşünülemeyeceğinden, bu sıfatların birleşmesi ile taraflar arasındaki borç ortadan kalkar. TBK m. 135/1’e göre de, alacaklı ve borçlu sıfatlarının birleşmesi halinde borç sona erer.
Alacaklı ve borçlu sıfatlarının birleşmesi yoluyla bir borcun sona erebilmesi için aranan şartlar şunlardır:
3.4.1. Alacaklı ve borçlu sıfatlarının aynı kişide birleşmesi:
Birleşme sebebiyle borcun ortadan kalkmasının söz konusu olabilmesi için “alacaklı” ve “borçlu” sıfatlarının aynı kişide birleşmesi gerekir. Bu birleşme külli halefiyet yoluyla meydana gelebileceği gibi cüz’i halefiyet yoluyla da meydana gelebilir. Örneğin alacaklının borçlunun mirasçısı olması halinde birleşme söz konusu olabileceği gibi, bir kimsenin borçlu yahut alacaklı olduğu bir işletmeyi devralması halinde de söz konusu olabilir[59].
3.4.2. Alacak ve borcun aynı malvarlığına dâhil olması:
Alacaklı ve borçlu sıfatlarının birleşmesinden söz edebilmek için bazı yazarlar; birleşen alacak ve borcun aynı malvarlığına dâhil olması şartını aramaktadır. Buna göre alacak ve borç aynı kişide birleşirken, alacak veya borçtan biri özel diğeri genel malvarlığına aitse, birleşmeden söz edilemeyecektir. Özel malvarlığına miras malları, eşlerin kabul ettikleri mal rejimi malvarlığı örnek verilebilir[60].
3.4.3. Alacağın tamamının borçluya geçmesi:
Birleşmeden söz edebilmek için aranan son şart, birleşen alacağın tamamının borçluya geçmiş olmasıdır. Buna göre, alacağın yalnız bir kısmı borçluya geçiyor ise, tam ve gerçek manada bir birleşmeden söz edilemez. Örneğin alacağın tamamının değil de sadece bu alacak üzerindeki bir intifa veya rehin hakkının borçluya geçmesi halinde, birleşmeden söz edilemez. Bu durumda borç, varlığını devam ettirmeye devam eder[61].
3.4.4. Birleşmenin hukuki sonuçları:
Yukarıda sözü edilen TBK m. 135/1 hükmü uyarınca, alacaklı ve borçlu sıfatlarının aynı kişide birleşmesiyle borç kendiliğinden sona erer. Birleşme ile asıl alacak ile birlikte ona bağlı olan faiz, cezai şart, teminat gibi yan haklar da sona erer. Ancak bağımsız bir alacak niteliği kazanan veya üçüncü kişilere ait olan yan haklar, birleşme ile sona ermez. Örneğin A, B’den 10.000 TL alacaklıdır. Ancak A bu alacak üzerine C lehine bir intifa hakkı kurmuştur. A’nün öldüğü ve B’nin de onun tek mirasçısı olduğu senaryoda, B’nin şahsında alacaklı ve borçları birleşeceği için asıl alacak sona erecektir. Ancak C lehine intifa hakkı devam ettiğinden B’nin buna katlanması gerekecektir[62].
3.4.6. Birleşmenin istisnası:
Kanunda alacaklı ve borçlu sıfatlarının birleşmesi haline ilişkin istisnai bir hüküm düzenlenmiştir. TBK m. 135/3 hükmüne göre taşınmaz rehni ve kıymetli evraka ilişkin hükümler saklıdır. Buna göre, ipotekli borç senedi yahut irat senedine bağlanmış bulunan bir borç, alacaklı ve borçlu sıfatlarının aynı kişide birleşmesi halinde ortadan kalkmayacak, varlığını sürdürecektir.
Borçlu bu durumda Türk Medeni Kanunu’nun 918/2 hükmüne göre senetleri tekrar tedavüle çıkarabilecektir[63].
3.4.7. Birleşme sonrasında borcun yeniden doğması:
TBK m. 135/2 hükmüne göre, birleşme geçmişe etkili olarak ortadan kalkarsa, borcun yeniden doğması söz konusu ve bu durumda borç varlığını sürdürmeye devam eder. Örneğin Örneğin A, B’den 10.000 TL alacaklıdır. A’nün öldüğü ve B’nin de onun tek mirasçısı olduğu senaryoda, B’nin şahsında alacaklı ve borçları birleşeceği için asıl alacak sona erecektir. Ancak B mirası reddederse bu durumda borç yeniden doğacaktır.
3.5.İbra:
İbra, borcu sona erdiren hallerden bir tanesidir. Taraflar arasında mevcut bir borcun bir kısmının yahut tamamının “İbra Sözleşmesi” ile ortadan kaldırılması mümkündür. Burada alacaklı, bir alacak hakkını borçludan talep etmek yerine bu alacağından feragat etmekte, böylece borç sona ermektedir[64].
İbranın bir sözleşme olması nedeniyle alacaklının tek taraflı olarak ibra beyanında bulunması, borcu sona erdirmek için yeterli olmayacaktır. Borcun sona ermesi, borçlunun da söz konusu ibra beyanını kabul etmesine bağlı olacaktır.
İbra ile borç sona ererken, taraflar arasındaki borç ilişkisi devam eder. Zira ibra, yalnızca dar anlamdaki borcu sona erdiren bir sebeptir. Taraflar aralarındaki geniş anlamdaki borç ilişkisini sona erdirmek istiyorlarsa, bir ikale sözleşmesi yapmaları gerekecektir[65].
3.5.1.İbranın Hukuki Niteliği:
Yukarıda sözü edildiği üzere ibra, bir sözleşmedir. Buna göre taraflardan yalnızca birinin arzusu ile ibra nedeniyle borç sona erdirilemez. Geçerli bir ibra sözleşmesinden söz edebilmek için; öncelikli alacaklının ibra beyanında bulunması ve bu beyanın borçlu tarafından kabul edilmesi gerekir. Borcun sona ermesi, alacaklının alacağından vazgeçtiğine ilişkin tek taraflı beyanı ile değil, tarafların bu konuda yapacakları bir “ibra sözleşmesi” ile mümkün olur[66]. Bir ibra sözleşmesinden söz edebilmek için de alacaklının vazgeçme iradesinin borçlu tarafından kabul edilmesi gerekir.
Tarafların ileri sürdükleri beyanlar kanuni bir şekil şartına bağlanmamıştır. İbrayı düzenleyen TBK m. 132 hükmüne göre, “Borcu doğuran işlem kanunen veya taraflarca belli bir şekle bağlı tutulmuş olsa bile borç, tarafların şekle bağlı olmaksızın yapacakları ibra sözleşmesiyle tamamen veya kısmen ortadan kaldırılabilir.” Hükme göre borcu doğuran sözleşme bir şekle tabi olarak yapılmışsa bile ibra sözleşmesi şekle bağlı olmaksızın yapılabilir.
İbra ile alacaklı, mevcut bir alacağından kısmen ya da tamamen vazgeçtiğinden, alacaklı bakımından bir tasarruf işlemi söz konusudur. Zira ibra sözleşmesi ile alacak hakkından doğrudan ve kesin olarak vazgeçilmekte, mevcut bir alacak hakkı ortadan kaldırılmaktadır. Bu nedenle alacaklının borçluyu ibra edebilmesi için, alacaklının söz konusu alacak üzerinde bir tasarruf yetkisine sahip olması gerekir[67].
3.5.2.İbranın Hukuki Sonuçları:
İbra ile alacaklı, alacak hakkında kesin olarak vazgeçer. İbra borcun tamamı için yapılmışsa borcun tamamı, borcun bir kısmı için yapılmışsa kısmen borç sona erer. İbra ile borçlu borcundan kesin olarak kurtulur. İbra sözleşmesinde aksine bir hüküm bulunmuyorsa asıl alacağa bağlı feri haklar da ibra ile birlikte sona erer[68].
3.6.Takas:
TBK m. 139/1 hükmüne göre, “İki kişi karşılıklı olarak bir miktar para veya özdeş diğer edimleri birbirine borçlu oldukları takdirde, her iki borç muaccel ise her biri alacağını borcuyla takas edebilir.”. Bu durumda her iki borç, takas anında daha az olan borç tutarınca sona erer[69].
İki tarafın karşılıklı olarak birbirine borcunun bulunması halinde normal şartlar altında, her iki kişinin de borcunu ayrı ayrı yerine getirmesi gerekir. Ancak bu kişilerin tek bir hukuki işlemle, karşılıklı olarak bu borçlarından kurtulmaları mümkündür. Zira takasta tek bir işlem ile taraflar arasında bir mahsuplaşma yapılır. Bu da kişilere hem zamandan hem de masraftan tasarruf sağlar. Yapılan takas işlemi sonrasında karşılıklı borçlar, borçlardan daha az olan tutarında sona erer[70].
3.6.1.Takasın Hukuki Niteliği:
Takas, borçlunun tek taraflı irade beyanı ile meydana getirebileceği, bozucu yenilik doğuran bir haktır. Buna göre borçlu tek taraflı, şekle bağlı olmayan, varması gereken bir irade beyanı ile takas hakkını kullanabilir. Takas beyanı tek taraflı olarak ileri sürüldüğünden takas, hukuki niteliği itibariyle bir sözleşme değildir. Bu nedenle takas beyanı, alacaklının kabul ve onayına da bağlı olmayacaktır. Takas beyanı, karşı tarafa varması ile hüküm ve sonuçlarını doğurur[71].
Takas ile borçlu kendi malvarlığı üzerinde bir tasarruf işlemi yaptığından takas, aynı zamanda bir tasarruf işlemidir. Bu nedenle takas beyanında bulunan borçlunun, karşı taraftan olan alacağı üzerinde tasarruf yetkisini haiz olması gerekir. Borçlunun takas ettiği alacak üzerinde tasarruf yetkisi yoksa takas beyanı hukuki sonuç doğurmayacaktır[72].
3.6.2.Takasın Şartları:
-Takas edilecek borçların karşılıklı olması: Takastan söz edilebilmesi için tarafların birbirlerine karşı hem alacaklı hem borçlu olmaları gerekir. Taraflar üçüncü bir kişiye aralarında karşılık ilişkisi bulunmadığı için takas beyanında bulunamazlar.
Örnek vermek gerekirse: A’nın B’ye 100 TL kira borcu; B’nin de A’ya 100 TL ödünç para borcu var ise, A ve B birbirlerinden olan alacaklarını takas edebilirler.
TBK’da m. 140’taki ayrıksı düzenlemeye göre asıl borçlunun takası ileri sürme hakkı bulundukça, kefili alacaklıya ifada bulunmaktan kaçınabilir.
Borçların karşılıklı olması şartının tek istisnası TBK m. 188/2’de, alacağın devrinde düzenlenmiştir. Buna göre borçlu, devri öğrendiği anda muaccel olmayan alacağını, devredilen alacaktan önce veya onunla aynı anda muaccel olması koşuluyla borcu ile takas edebilir.
-Takas edilecek borçların para borcu veya aynı türden borç olması: Takastan söz edilebilmesi için aranan bir diğer şart, karşılıklı borçların para borcu yahut özdeş borç statüsünde olmasıdır. Örneğin bir parça borcu ile bir çeşit borcu birbirleri ile takas edilemez. Çeşit borçlarında takas hakkının kullanılabilmesi için borçların konu ve nitelik bakımından aynı türden olmaları gerekir. Parça borçları ise konuları bakımından bireysel ve belirli olduklarından bunların takası söz konusu olmaz[73].
Takas edilecek aynı türden borçların, miktar itibariyle birbirleri ile eşit olmaları şart değildir. Burada daha az olan miktar kadar bir sona erme söz konusu olacaktır. Örneğin A’nın B’ye 100 TL, B’nin A’ya 50 TL borcu var ise, takas sonucunda B’nin borcu tamamen sona erecek, A’nın ise yapılan mahsup sonrası B’ye 50 TL borcu kalacaktır.
Takas edilecek borçların çekişmesiz olması şartı da aranmamaktadır. Zira TBK m. 139/2 hükmüne göre, borçların biri çekişmeli olsa dahi takas beyanı ileri sürülebilecektir.
-Takas edilecek borçların muaccel olması: TBK m. 139/2 hükmüne göre, takas edilecek borçların her ikisinin de muaccel olması şartı aranmaktadır. Ancak doktrinde maddenin lafzı geniş yorumlanarak, borçlardan yalnız birinin muaccel olmasının yeterli olduğu da savunulmaktadır. Örneğin Eren’e göre, takas için her iki borcun da muaccel olması şart değildir. Takas edilecek borcun muaccel olması, buna karşılık karşı tarafın borcunun ifa edilebilir olması yeterli sayılmıştır. Buna göre, borcu muaccel olan tarafın takas beyanında bulunması yeterli sayılmıştır[74]. Biz bu fikre katılmamakta ve kanun lafzının açık olduğunu, bu nedenle bir takastan söz edilebilmesi için karşılıklı her iki borcun da muaccel olması gerektiği kanaatindeyiz[75].
-Takas hakkından önceden feragat edilmemiş olması: TBK m. 145 hükmüne göre, borçlu takas hakkından önceden feragat edebilir. Bu nedenle bir takas hakkının kullanılabilmesi için bu haktan önceden feragat edilmemiş olması gerekir. Feragat tek taraflı bir hukuki işlem olmasına rağmen, doktrinde bu şartı düzenleyen ilgili madde, “takas hakkının sözleşme ile ortadan kaldırılmaması” şeklinde de yorumlanmaktadır[76].
-Kanunun takas hakkını ortadan kaldırmamış olması: Takas hakkının kullanılması bazı hallerde alacaklının kabulüne bağlanmıştır. Bu hallerde takas hakkı ancak alacaklının kabulü ile mümkün olacaktır. TBK m. 144 hükmünde, bu durumlar sayılmıştır. Buna göre; tevdi edilmiş eşyanın geri verilmesine veya bedeline ilişkin alacaklar, haksız olarak alınmış veya aldatma sonucunda alıkonulmuş eşyanın geri verilmesine veya bedeline ilişkin alacaklar, nafaka ve işçi ücreti gibi, borçlunun ve ailesinin bakımı için zorunlu olup, özel niteliği gereği, doğrudan alacaklıya verilmesi gereken alacaklar istisna kapsamındadır. Bu hallerde borçlunun takas beyanı kabule bağlanmıştır.
3.6.3.Takasın Hukuki Sonuçları:
Borçlulardan birinin takas iradesini beyan etmesi ile borçları takas edilebilecekleri andan itibaren en az olan borç tutarında sona ererler. Eğer takas edilen alacaklar aynı tutarda ise, takas edilen her iki borç da sona ermiş olur. Takas beyanını ileri süren kişi, borcunun bir kısmı için de takas beyanında bulunmuş olabilir. Bu halde borç, takas hakkı kullanılan kısım kadar sona ermiş olur[77].
Takas beyanı varması gereken bir beyan olduğundan bu beyanın diğer borçlunun hâkimiyet alanına ulaşması ile hüküm ve sonuçlarını doğurur. Takas, bozucu yenilik doğurucu bir hak olduğundan, kullanılmakla sona erer ve geri alınamaz[78].
3.7.Borçlunun Sorumlu Olmadığı Sonraki İmkânsızlık (Kusursuz Sonraki İmkânsızlık):
Borcu sona erdiren son hal, borçlunun sorumlu olmadığı sonraki imkânsızlıktır. TBK m. 136/1 hükmüne göre, “Borçluya isnat olunamayan haller münasebetiyle borcun ifası mümkün olmazsa borç sona erer.” Dolayısıyla bir borcun bu sebebe dayanarak sona erebilmesi için borçlanılan edimin sonradan imkânsız hale gelmesi ve borçlunun bu imkânsızlıktan sorumlu tutulamaması gerekir[79].
3.7.1.Borçlunun Sorumlu Olmadığı Sonraki İmkânsızlık Halinin Meydana Gelme Şartları:
-Edimin Sonradan İmkânsız Hale Gelmesi: Madde metninde açıkça ifade edildiği üzere bir borcun bu sebebe dayanarak sona ermesi için öncelikle borçlanılan edimin sonradan imkânsız hale gelmesi gerekmektedir. İmkânsızlık bir doğa olayına dayanabileceği gibi bir insan fiilinden yahut kanuni bir zorunluluktan da kaynaklanabilir. Burada önemli olan imkânsızlığın borcun doğmasından sonra meydana gelmesidir. Aksi şekilde imkânsızlığın, borcun kurulması aşamasında mevcut olması halinde sonraki imkânsızlıktan söz edilemez[80]. Bu durumda TBK m. 27 uyarınca butlan meydana gelir.
Sonraki imkânsızlık, TBK m. 138’de düzenlenen aşırı ifa güçlüğünden farklıdır. Sonraki imkânsızlıkta borç sona ererken, aşırı ifa güçlüğünde sözleşmenin değişen şartlara uyarlanması gerekir[81].
-Sonraki imkânsızlığın sürekli olması: Sonraki imkânsızlığın sürekli olması gerekir, geçici imkânsızlık borcu sona erdirmez. Geçici imkânsızlık halinde borcun sona ermesinden değil, kural olarak borçlunun temerrüdünden söz edilir[82]. Edim bölünebilir bir edim ise, kısmi imkânsızlıktan söz edilebilir. Ancak edim niteliği itibariyle bölünemez bir edimse, tam imkânsızlıktan söz edilir. Çeşit borçlarında edim yok olmayacağından imkânsızlıktan söz edilemez[83].
-Borçlu imkânsızlıktan sorumlu olmamalıdır: Edimin imkânsızlaşmasına sebep veren olaylar borçluya yüklenemediği takdirde sonraki imkânsızlıktan söz edilebilir. Borçlu imkânsızlığa kendi kusuru ile sebep olmuşsa bundan sorumlu olacaktır. İmkânsızlıkta borçlunun kusuru var ise borçlu borcundan kurtulamaz. Bu halde borçlu imkânsızlaşan edimin yerine tazminat ödeme yükümü altına girer [84]. Edimin imkânsızlaşmasında borçlunun sorumluluğunun bulunmadığını ispat yükü borçluya aittir.
-Borçlunun bildirim yükümlülüğü: TBK m. 136/3 hükmüne göre, “Borçlu ifanın imkânsızlaştığını alacaklıya gecikmeksizin bildirmez ve zararın artmaması için gerekli önlemleri almazsa, bundan doğan zararları gidermekle yükümlü olur.”. Kanunda bildirim yükümlülüğü için açıkça bir süre belirlenmemiş, borçlunun durumu derhal alacaklıya bildireceği düzenlenmiştir. Aksi halde borçlu meydana gelen zararları gidermek yükümü altına girecektir.
3.7.2.Sonraki imkânsızlığın hüküm ve sonuçları:
Sonraki imkânsızlık halinde de borç kural olarak ferileri ile birlikte sona erer ve borçlu sorumluluktan kurtulur. İmkânsızlık borcun tamamı bakımından söz konusu ise borcun tamamı, kısmi imkânsızlık söz konusu ise imkânsız olan kısım için borç sona erer. Bu halde borçlu imkânsızlaşmayan kısmı ifa yükü altındadır[85].
İmkânsızlıktan dolayı sona eren borcun yerine başka bir edimin geçemiyor olması gerekir. Aksi halde sonraki imkânsızlıktan söz edilemeyecektir.
Sonraki imkânsızlık halinde borçlu yerine getirmekle yükümlü olduğu borçtan kurtulacağından, karşı taraftan edimini yerine getirmesini talep etme yetkisini de kaybeder. Eğer karşı taraf imkânsızlıktan önce edimini yerine getirmişse; borçlu, sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca bu edimi iade etmek zorundadır. Bunun aksi taraflarca kararlaştırılabilir[86].
BORCUN SONA ERMESİNİN YAN HAKLAR ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
Bir borç ilişkisi, içerisinde asıl hakları barındırdığı gibi birtakım feri hakları da barındırır. Borç ilişkisinin içerdiği asıl hak alacak hakkı iken; faiz, ceza koşulu, rehin gibi haklar ise yan haklardır. Bir borç sona erdiğinde kural olarak ona bağlı feri haklar da sona erer. Bu durum TBK m. 131/2 hükmünde açıkça düzenlenmiştir. Buna göre, “Asıl borç ifa ya da diğer bir sebeple sona erdiği takdirde, rehin, kefalet, faiz ve ceza koşulu gibi buna bağlı hak ve borçlar da sona ermiş olur.”. Buna karşılık feri hakların sona ermesi, asıl alacağın sona ermesi sonucunu doğurmaz[87].
TBK m. 131/2 hükmü, bu kurala bir istisna getirmektedir. Buna göre, “İşlemiş faizin ve ceza koşulunun ifasını isteme hakkı sözleşmeyle veya ifa anına kadar yapılacak bir bildirimle saklı tutulmuş ise ya da durum ve koşullardan saklı tutulduğu anlaşılmaktaysa, bu faizler ve ceza koşulu istenebilir.”. Madde hükmü uyarınca, asıl alacağa işleyen faiz yahut asıl alacağa bağlanan cezai şartı talep etme hakkı sözleşme ile yahut taraflardan birinin ifa zamanına kadar diğerine yapacağı bildirimle bu feri hakları talep etme yetkisi saklı tutulmuştur. Dolayısıyla kanunun, feri hakların sona ermesine ilişkin faiz ve ceza koşulu bakımından bir istisna düzenlediği görülmektedir. Buradan hareketle TBK m. 131 hükmünün düzenleyici nitelikte olduğu ve sözleşme ile aksinin kararlaştırılabileceği görülmektedir[88].
TBK m. 131/3 hükmünde ise kuralın son istisnası düzenlenmiştir. Buna göre, “Taşınmaz rehnine, kıymetli evraka ve konkordatoya ilişkin özel hükümler saklıdır.”. TMK m. 858/1 uyarınca taşınmaz rehni borcun sona ermesi ile değil, ancak tapu sicilindeki tescilin terkini yahut taşınmaz malın tamamen yok olması ile sona erer. Yine benzer şekilde TMK m. 883 hükmüne göre ipotek, borcun sona ermesi ile kendiliğinden ortadan kalkmaz, bunun tapu sicilinden terkin edilmesi gerekir. Kıymetli evrak hukukunda da asıl alacaktan bağımsız bir faiz alacağı düzenlemek mümkündür. Konkordatoda ise alacaklı, alacağı ortadan kaldırılmış yahut azaltılmış olsa bile rehin hakkını ya da kefile karşı sahip olduğu hakları muhafaza edebilir[89].
KAYNAKÇA
- AKINTÜRK Turgut: Borçlar Hukuku, Beta Yayınları, Genişletilmiş 13.(21.) Bası, Eylül 2007, İstanbul.
- ARAL Fahrettin: Türk Borçlar Hukukunda Takas, Ankara 1994.
- EREN Fikret: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Yetkin Yayınları, 18. Baskı, Ankara 2015.
- GÜMÜŞ Mustafa Alper: Borçlar Hukuku Özel Hükümler, Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2013, 1. Bası, C.1.
- İNAN Ali Naim/ YÜCEL Özge: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayıncılık San. Ve. Tic. A.Ş., Ankara, 2014, 4. Bası.
- İNAN Ali Naim: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, Ankara, 1971.
- KOYUNCUOĞLU Tennur: Türk İsviçre Hukukunda Borcun Yenilenmesi, İstanbul 1972.
- OĞUZMAN Kemal/ÖZ Turgut: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 5. Bası, İstanbul 1995.
- ÖZ Turgut: Öğreti Ve Uygulamada Sebepsiz Zenginleşme, Kazancı Kitap Ticaret A.Ş., İstanbul, 1990, 1. Bası.
- ÖZEN Burak: Sebepsiz Zenginleşme Talebinin Konusu Olarak Ticari İşletme, Bilgi Toplumunda Hukuk Ünal Tekinalp’e Armağan, Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş., İstanbul, 2003, 1. Bası.
- REİSOĞLU Safa: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Beta Basım Yayım Dağıtım Anonim Şirketi, İstanbul, 2014.
- SAVAŞ Abdurrahman: Türk Borçlar Hukukunda İkale Sözleşmesi, Türkiye Adalet Akademisi Dergisi, Ankara, 2016, Y. 7, S. 26.
- SAYMEN Ferit H. / Elbir Halid: Türk Borçlar Hukuku, Umumi Hükümler, C. I, İstanbul 1958.
- SELİÇİ Özer: Borçlar Kanununa Göre Sözleşmeden Doğan Sürekli Borç İlişkilerinin Sona Ermesi, Fakülteler Matbaası, İstanbul, 1977.
- SEROZAN Rona: Sözleşmeden Dönme, Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2007, 2. Bası.
- TEKİNAY Selahattin Sulhi / AKMAN Sermet / BURCUOĞLU Haluk / ALTOP Attila, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Filiz Kitapevi, İstanbul, 1993.
- TEKİNAY Selahattin Sulhi: Borçlar Hukuku, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, İstanbul 1971.
- TUNÇOMAĞ Kenan: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Sermet Matbaası, İstanbul, 1976.
- ULUSAN İlhan: İyiniyetli Sebepsiz Zenginleşenin İade Borcunun Sınırlanması Sorunu, Kazancı Kitap Ticaret A.Ş., İstanbul, 1984.
- ÜLGEN Hüseyin / HELVACI Mehmet / KENDİGELEN Abuzer / KAYA Arslan: Kıymetli Evrak Hukuku, 12 Levha Yayınları, Güncellenmiş yedinci basıdan Onuncu (Tıpkı) Bası, İstanbul 2015.
- ÜLGEN Hüseyin /HELVACI Mehmet /KENDİGELEN Abuzer /KAYA Arslan: Kıymetli Evrak Hukuku, 12 Levha Yayınları, Güncellenmiş yedinci basıdan Onuncu (Tıpkı) Bası, İstanbul 2015.
- VON TUHR Andreas: (Çev. Edege, C.): Borçlar Hukukunun Umumi Kısmı, c. I, İstanbul 1952.
- YAVUZ Nihat: Uygulamada Sebepsiz İktisap (Nedensiz Zenginleşme), Adil Yayınevi, Ankara, 1998, 1. Bası.
[1] Makalenin Dergiye Gönderilme Tarihi: Haziran 2022
[2] M. Kemal OĞUZMAN/ Turgut ÖZ; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 5. Bası, İstanbul 1995, s. 3 vd.; Fikret EREN, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Yetkin Yayınları, 18. Baskı, Ankara 2015, s. 21.
[3] EREN, s. 21-22.
[4] Selahattin Sulhi TEKİNAY/ Sermet AKMAN/ Haluk BURCUOĞLU/ Attila ALTOP, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Filiz Kitapevi, İstanbul, 1993, s. 6; Ali Naim İNAN, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, Ankara, 1971, s.4; OĞUZMAN/ÖZ, s.3; Safa REİSOĞLU, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Beta Basım Yayım Dağıtım Anonim Şirketi, İstanbul, 2014, s. 29; Kenan TUNÇOMAĞ, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Sermet Matbaası, İstanbul, 1976, s. 28; EREN, s. 21 vd.
[5] Turgut AKINTÜRK; Borçlar Hukuku, Beta Yayınları, Genişletilmiş 13. Bası, s. 7.
[6] EREN, s. 22.
[7] Andreas VON TUHR; (Çev. Edege, C.): Borçlar Hukukunun Umumi Kısmı, c. I, İstanbul 1952, s. 6 vd. Karş. TUNÇOMAĞ, , s. 16; Ferit H. SAYMEN, /Halid Elbir; Türk Borçlar Hukuku, Umumi Hükümler, C. I, İstanbul 1958, s. ½; Selahattin Sulhi TEKİNAY; Borçlar Hukuku, İstanbul 1971, s. 5; EREN, s. 24; REİSOĞLU, s. 29, AKINTÜRK, s. 7-8.
[8] OĞUZMAN/ÖZ, s. 3-4; EREN, s. 23.
[9] İNAN, s.6; TUNÇOMAĞ, s. 29; EREN, s. 25-26.
[10] EREN, s. 26.
[11] Bu görüşte bkz.: EREN, s. 1281.
[12] EREN, s. 1257.
[13] EREN, s. 1257.
[14] EREN, s.906 vd.
[15] Bkz. TBK m. 78/III, m. 100, m. 103.
[16] EREN, s. 906 vd.
[17] EREN, s. 906 vd.
[18] EREN, s. 907.
[19] EREN, s. 952.
[20] EREN, s. 953.
[21] EREN, s. 953.
[22] Hüseyin ÜLGEN/ Mehmet HELVACI/ Abuzer KENDİGELEN/ Arslan KAYA, Kıymetli Evrak Hukuku, 12 Levha Yayınları, Güncellenmiş yedinci basıdan Onuncu (Tıpkı) Bası, İstanbul 2015, s. 193 vd.
[23] EREN, s. 116.
[24] Abdurrahman SAVAŞ; Türk Borçlar Hukukunda İkale Sözleşmesi, Türkiye Adalet Akademisi Dergisi, Ankara, 2016, Y. 7, S. 26, s. 112.
[25] Ali Naim İNAN/ Özge YÜCEL: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayıncılık San. Ve. Tic. A.Ş., Ankara, 2014, 4. Bası, s.654.
[26] EREN, s. 1258.
[27] EREN, s. 1258, İNAN/YÜCEL, s. 654, SAVAŞ, s. 115.
[28] Özer SELİÇİ; Borçlar Kanununa Göre Sözleşmeden Doğan Sürekli Borç İlişkilerinin Sona Ermesi, Fakülteler Matbaası, İstanbul, 1977, s. 115.
[29] Bu yönde bkz.: SELİÇİ, s. 115.
[30] EREN; s. 1259.
[31] SELİÇİ, s. 115.
[32] Bu hususta bkz.: SELİÇİ, s. 131 vd., EREN, s. 1260, Rona SEROZAN; Sözleşmeden Dönme, Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2007, 2. Bası, s.121.
[33] SELİÇİ, s. 131.
[34] SEROZAN, s. 124, OĞUZMAN/ÖZ, s. 411, EREN, s. 1260.
[35] İNAN/YÜCEL, s. 655.
[36] EREN, s. 1260, İNAN/YÜCEL, s. 655.
[37] Etraflı bilgi için bkz.: SEROZAN, s.193 vd.
[38] Etraflı bilgi için bkz.: SEROZAN, s. 229 vd.
[39] EREN, s. 1260.
[40] EREN, s. 1262.
[41] Bu hususta bkz.: Burak ÖZEN; Sebepsiz Zenginleşme Talebinin Konusu Olarak Ticari İşletme, Bilgi Toplumunda Hukuk Ünal Tekinalp’e Armağan, Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş., İstanbul, 2003, 1. Bası, s. 709 vd.
[42] M. Turgut ÖZ; Öğreti Ve Uygulamada Sebepsiz Zenginleşme, Kazancı Kitap Ticaret A.Ş., İstanbul, 1990, 1. Bası, s. 145, İlhan ULUSAN; İyiniyetli Sebepsiz Zenginleşenin İade Borcunun Sınırlanması Sorunu, Kazancı Kitap Ticaret A.Ş., İstanbul, 1984, s. 33.
[43] Nihat YAVUZ; Uygulamada Sebepsiz İktisap (Nedensiz Zenginleşme), Adil Yayınevi, Ankara, 1998, 1. Bası, s. 77, ULUSAN, s. 34, ÖZ, s. 146-147.
[44] M. Alper GÜMÜŞ, Borçlar Hukuku Özel Hükümler, Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2013, 1. Bası, C.1., s. 212.
[45] İrade bozuklukları ve gabin halleri.
[46] İNAN/YÜCEL, s. 655.
[47] EREN, s. 1262.
[48] Bkz. Dar Anlamda Borç başlığındaki açıklamalarımız.
[49] EREN, s. 1263.
[50] AKINTÜRK, s. 165.
[51]Geniş bilgi için Bkz. Tennur KOYUNCUOĞLU; Türk İsviçre Hukukunda Borcun Yenilenmesi, İstanbul 1972, s. 49 vd., Akt. Es. EREN, s. 1263.
[52] AKINTÜRK, s.165.
[53] EREN, s. 1264.
[54] EREN, s. 1265.
[55] EREN, s.1266.
[56] AKINTÜRK, s. 166.
[57] AKINTÜRK, s. 166-167; EREN, s.1266-1267.
[58] AKINTÜRK, s. 169.
[59] AKINTÜRK, s. 169.
[60] VON TUHR/ESCHER, s. 187 vd.; EREN, s. 1268.
[61] TUNÇOMAĞ, s. 667; AKINTÜRK, s. 169.
[62] Örnek için bkz. EREN, s. 1268-1269.
[63] AKINTÜRK, s. 170.
[64] EREN, s. 1270.
[65] EREN, s. 1270.
[66] AKINTÜRK, s. 161.
[67] EREN, s. 1271.
[68] EREN, s. 1273.
[69] Fahrettin ARAL; Türk Borçlar Hukukunda Takas, Ankara 1994, s. 1; EREN, s. 1274.
[70] ARAL, s. 1; EREN, s. 1274.
[71] ARAL, s. 11; EREN, s. 1274.
[72] EREN, s. 1275.
[73] EREN, s. 1276-1277.
[74] Ayrıntılı bilgi için Bkz. EREN, s. 1278.
[75] Benzer nitelikteki görüş için Bkz. AKINTÜRK, s. 180.
[76] Sözleşme görüşü için Bkz. EREN, s. 1279.
[77] EREN, s. 1279 vd., AKINTÜRK, s. 181 vd.
[78] AKINTÜRK, s. 181 vd.
[79] EREN, s. 1299.
[80] Bir eser sözleşmesi dolayısıyla bir arsa üzerine inşaat yapılacaktır. Üzerinde inşaat yapılacak arsaya, sözleşmenin yapıldığı anda yetkili makam tarafından yapı izni verilmemiş ve yüklenici de sözleşmede proje ve yapı izni almayı yüklenmişse sözleşme hukuka aykırıdır. Buna karşılık söz konusu arsa üzerinde inşaat yapılması sözleşmenin kurulmasından sonra çıkan bir kanunla yasaklanmışsa, sonraki imkânsızlık söz konusu olur. Bkz. Yargıtay 15. HD, 25.05.1981 T., 825/1234. Örnek için Bkz., Eren, s. 1299.
[81] EREN, s. 1300.
[82] EREN, s.1301.
[83] EREN, s. 1301.
[84] AKINTÜRK, s. 174.
[85] AKINTÜRK, s. 175.
[86] AKINTÜRK, s. 175.
[87] EREN, s. 1306 vd.
[88] EREN, s. 1307.
[89] EREN, s. 1307.